Burçlara iltifat zekâyı düşürmez; ancak, zekâdan daha önemli olan aklın düşünme eylemini rezil eder. Muharrem Soyek
Geçmişin bilgisi kadar yaşlı, geleceğin umudu kadar gencim. Bugünse gönül bağlarında gezmekteyim... Öbür blog adreslerim: http://blog.milliyet.com.tr/Sayfam/Blogger/?UyeNo=1511824 https://www.antoloji.com/muharrem-soyek/
10 Aralık 2018 Pazartesi
Tevfik Uyar: Astroloji bilim açısından bir tehdittir
2 Aralık 2018 Pazar
Bildiğim Bilmediğimdir
* “Bildiğim bir şey varsa o da hiçbir şey bilmediğimdir” demiş Sokrates:
Hiçbir şey bilmediğinden değil elbet; her bildiği şeyde nice bilinmeyenlerle karşılaştığı için böyle demiştir. Bu özdeyiş, bilimsel felsefenin dokunulmaz yöntem kuralı olmalıdır bence. Kendini tanıma yolunda ilerlemenin ön koşulu önce bildiğini inkâr etmektir. Sana öğretilmiş bilincinle kendini ancak başkalarının sana çaktığı kimlik künyendeki kadarıyla tanıyabilirsin. Bu yüzden, Sokrates’in sözü muazzam bir bilimsel düşünme ilkesidir. Sözün mana özü, ‘Bildiğin hiçbir şeye asla son ve mutlak bilgi inancıyla bağlanma’ diyor. Ben bu özdeyişle tanıştığımdan beri gün gelip de bildiğimin bilemediğim olduğunu görünce hiç şaşırmadım.
Bildiklerimiz, yeni bildiklerimizin bilinciyle ele alındığında yanlış olabiliyor. “Ne kadar çok bilirsem bilmediklerim daha çok artıyor” demeye de geliyor. İnsan, bildiklerini işlerken önünde açılan bilinmedik bilgi deryasında bildiklerinin “hiçbir şey” kadar azaldığını hissediyor. Biraz felsefe ıkınmasıyla gelse de aynı sözden olumlu bir mana çıkarımı da sezinliyorum: “Bildikçe, çoğalan bilmediklerimi bilmeye daha da yaklaşmış oluyorum” demeye de geliyor.
Bilincimin iman pusulası yaptığım bu söz bazan kafamı karıştırır. Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğim olabilir mi? Sözün özünü sorguladığımda bildiğim şeyin asla ‘hiçbir şey’ olamayacağını görüyorum. Sadece, bildiklerim bilmediklerimin yanında ‘bir hiç’ kadar önemsiz kalmaktadır. Çok şeyi bilirken bildiğimin her şey kadar çok nice bilinmedik hâlleri olabileceğini de görmüş oluyorum. Yani, Sokrates’in epeyce bir bildiği vardır; ancak bildiklerinin içlerinde bilinmedik nice bilgiler saklı olduğunu sezmesiyle bildiğini de henüz tam bilinmedik varsaymaktadır. Bildiklerinin henüz bilemedikleriyle gerçeklik yapan eytişim (sarmal diyalektik) nedensellerini, salt kendi özlüğünden olma en ilk bilgiden son kıyamet bilgisine varıncaya kadar tümüyle çözümlemiş olmadan, hiçbir şeyi tam bilmiş sayılmayacağından emindir. Görünen o ki her şeyi bilmek de ancak Tanrı’yı tahtından indirip yerine geçmekle olasıdır…
Burada, “Hiçbir şey bilmeyen bilmediğini bilebilir mi?” sorusu felsefenin mantığını ayıltabilir. Çünkü biliriz ki insan bilinci bilmediklerini sadece bildikleriyle fark edebilir. Yani, gerçekten hiçbir şey bilmeyen, hiçbir şey bilmediğini de bilemez. Zaten sözün ilerisinde Sokrates şöyle diyerek aslında ne çok şey bildiğini de ima etmiştir: “Hiçbir şey bilmediğini anlaman için çok şey öğrenip bilmen gerekiyor.”
Hayatın kader dümenine asılan insan bilincinin egemenlik gücü, bildiği kadar bilemediğinin de farkında olmasından kaynaklanır. Bu yüzden, eğitimin ana ilkesi öğrenciye bilgiyi ezberletmek değil, düşünüp de bilmediklerini fark ettirecek meraklı bir bilinç edindirmek olmalıdır.
Sokrates’in bu özdeyişini bilincimize bir kara delik gibi oturtup tüm bildiklerimizi hiçlik çöpünden mi saymalıyız? Elbette hayır! Vurgulanan şey, bildiğimizin hiçbir şey olmasıyla bilginin bilinemezliği değildir. Bilgi öyle çok göreceli doğruluk oluşturabilir ki, insanın hepsini bildiğini iddia edebilmesi için ölümsüz olup kıyamete kadar da yaşamışlığı olması gerekir. Yani, kesin bilinebilir olan ancak ‘hiçbir şeyin ezelden sonsuza kesin ve mutlak olamayacağı’ bilgisidir. Herakleitos’un, ‘Değişimden başka hiçbir şey sonsuz değildir’ sözüne kardeş bu özdeyiş, kesin olan tek doğrunun (hiçbir şeyin mutlak doğruda sabit tutulamayacağı) gerçeği olduğuna vurgu yapıyor. Yanlış anlamış olabilir miyim acaba? Sanmıyorum! Çünkü hâlâ hiçbir şeyi kesin değişmezlikte tutamıyorum… Hâlâ, doğru bildiğim şeyin az sonraya göreli yanlış sayılmayacağından emin değilim…
*Uygarlığın tasarım ve işletiminde, insanlığı yüceltici başarıya ulaştıran bilginin gerçeklik sırrına ermek için, kendini bilmeye eğitimli zekâların azimli ve sabırlı iş birliğinin yerini dünyada hiçbir şey tutamaz…
8 Kasım 2018 Perşembe
Organ Bağışı
Adalet
İnsanın kendine tutulu kaderi
3 Kasım 2018 Cumartesi
30 Eylül 2018 Pazar
Kendini Kandırmaca
10 Eylül 2018 Pazartesi
Aşkın Cinsiyet Değeri
9 Eylül 2018 Pazar
Hak Verilmez Alınır
8 Eylül 2018 Cumartesi
Dünya Okuma Günü
10 Ağustos 2018 Cuma
Aşıyı Red Hakkı
Aşı Olmayı Reddetme Hakkı
Aşı yaptırmayı reddetmek özgürlük hakkı sayılır mı?
Türkiye’de 23 bin ailenin çocuğunu bulaşıcı hastalıklara karşı aşılamayı reddettiği saptanmıştır. 2019 yılının ilk dokuz ayında ise kızamık vakaları önceki yılın aynı dönemine kıyasla 5.2 kat artarak 2 bin 666’ya ulaştı.
Ana babanın çocuk üzerindeki iradesi dokunulmaz mıdır? Aşıyı reddetmek çocuğun anası babasının bileceği iştir demek bence çok temel bir insan hakkının gaspına bahane vermektir. Sağlıklı yaşama hakkı vazgeçilemez bir insan hakkı değil midir? Ayrıca, aşıyı reddetmek sadece çocuğun bireysel varlığını ilgilendiren bir durum değildir. Aşısız insan sayısı arttıkça ciddi bir toplum sağlığı sorunu oluşur. Çünkü, aşı genellikle bulaşıcı hastalıklara karşı öngörülmüş koruyucu bir tedbirdir. Nitekim Avrupa’da aşı reddi modasından dolayı şimdiden ölümlü kızamık vakaları görülmeye başlamış bile.
Aşıyı reddetmek bilmişlik kibridir; ya diplomalı cehalettir ya kör kaderciliktir. Hani haddini bilen diplomasız cahil bu konuda bir fikir yürütemediği için iradesini devletçe yürütülen bilimsel toplum sağlığı politikalarına teslim eder. Bu teslimiyeti kırmak içinse bazı aşılarda koruyucu madde olarak domuz yağı kullanıldığı bilgisi yaymakla dini kaygı yaratılmaktadır. Bir diğer korkutma yalanı olarak da bazı aşıların içerdiği alüminyum katkısının alzheimer, yani ‘anlık hafıza’ hastalığına neden olduğu haberi yayılmaktadır. Oysa alzaymır ile alüminyum fazlalığı arasındaki doğrudan veya dolaylı bağlantıya bilimsel kesinlik kazandırılmış bile değildir. Ola ki bir bağlantı olsa bile aşının içerdiği alüminyum miktarıyla olmadığı kesindir. Olaydı ortalık gencecik alzaymır hastalarından geçilmezdi. Bir çocuğun 1 yaşına gelene kadar yapılan bütün aşılardan aldığı toplam alüminyum miktarı, BİR adet derin deniz balığında (levrekte, barbunda) bulunan alüminyumdan çok daha azdır.
Diyelim ki ben çocuğuma aşı yaptırmayı reddettim. Çocuğum kızamıktan ölürse ben hukuken ne kadar sorumlu olurum? Hukuk sorumsuz bulursa hangi vicdan bu hükmü onaylar?
“Ben aşı yaptırmam!” demek de bir özgürlüktür elbet; ancak bu özgürlük koşulludur. Aşı yaptırmayan toplumsal ilişkilerini de dondurmalıdır; en azından salgın geçinceye kadar... Hani bulaşıcı olmayan hastalıklarda neyse de bulaşıcı olanlar için koşulsuz özgürlükle aşıyı reddetme hakkı oluşmaz. Bunun hukuki gerekçelerini ve yaptırımlarını belirleme TBMM görevidir. Hele de şu Covid-19 salgını sırasında ivedi bir görev olmuştur.
Ancak, bireysel iradeyi hepten dışlayan yasakçı bir zihniyetle sunulacak yasal çözüm; aşı karşıtlığını gidermez, tersine daha da güçlendirir. İnsan inançla kaderine sarılmışsa işte onu kendi inanç kaynağı dışındaki hiçbir toplumsal varoluş gücü ikna edemez. Gene de inançsal görüdeki inat bile özgür bırakıldığında kendi tarihsel deneyimleriyle evrilerek bilimsel gerçekliğe tutunmaya başlar. Bu yüzden ceza yaptırımlı zorunlu toplumsal aşılamayı uygun bulmam. Sadece, salgın hastalık aşılarını yaptırmayanlara, en azından salgın nedeni giderilinceye kadar bazı toplumsal yaşam kısıtları getirilmelidir.
6 Ağustos 2018 Pazartesi
2 Ağustos 2018 Perşembe
Eko İnsan
Ben insanın doğa ile uyumlu çevreci
bilinçle var olmasını sadece yeşil ve temiz bir çevrede yaşama arzumdan dolayı
değil; ayrıca, dünyanın yokluğunda bile insan uygarlığının sürdürülebilir
yapılmasına yeterli zaman kalması için önemsiyorum. Şöyle ki, her şeyin zaten
bir sonu var; ölümün bile… Yani, biz zaten dünyanın kendini yenileyici devinim
sistemini sonsuza kadar koruyamayız. Bence böyle bir sonsuzluk, doğanın
evrimsel gerçekliğine de aykırı olurdu. Ne var ki, ‘dünya doğasının nasılsa
sonu gelecek’ boş vermişliğine kaptırıp doğal varoluş dengesine salacağımız
uygarlık kirleri, zorlamalı bir erken bozulma nedeni olabilir. Henüz uzaysal
yaşam uygarlığına geçmediğimizden dolayı bu bozulma bizim sonumuzu bile getirebilir.
Daha Dünya’nın sonu gelmeden biz kendi sonumuzu getirmiş oluruz. İnsanlığı
Dünya yok oluncaya kadar sürdürmek, ancak doğanın varoluş devinimini
kollamayı kendine görev sayan küresel insan uygarlığıyla olasıdır. Varlığımızı
sürdürsek bile pek mutlu olamayız… Eko-insan bu uygarlığı hem talep eden
hem de yaşantısını doğanın varoluş devinimini bozmayacak biçimde düzenlemeye
uğraşan insandır.
Dünya doğasının kendi varoluş evrimi içinde doğal yok oluşundan önce, umarım insan uygarlığı evrende bir yerde var olabilmek için yapay yaşam doğasını üretmeyi başarmış olur. Bir gün gelecek dünyayı terk etmek zorunda kalacağız; işte o gün geldiğinde insan başka dünyalarda, hatta uzay gemilerinde yaşamını sürdürmeye yeterli ortamı yaratabilecek bilgi ve beceriye sahip olarak dünyayı terk edebilmelidir. Eh, bu bilgi ve beceriyi de ister istemez dünya üzerindeki doğadan öğrenerek edinmek zorundayız. Bilgisine ve nimetlerine henüz bağımlı olduğumuz doğayı kendi elimizle yok etmek tam bir budalalık olur. Ancak, sadece ulusal çapta somutlaşan çevre politikaları ulusal çevreyi bile kurtarmaya yetmez. Çünkü dünya doğası bir bütündür ve hiçbir ulusal sınırla parçalanamaz.
Dünya’nın canlılık doğasını hepten yok edecek kadar doğal varoluşu bozabiliriz de! İnsan neslini umursamadan doğayı sömürüp kirletmeye devam edebiliriz… Seçim bizimdir! Böyle bir olasılıkta hayat bizi umursamadan zamanın sabrına sarılıp farklı doğal ortamlar oluşturmaya devam edecektir. Can çivileyici soru, “Hayatın yeni doğasında insana da bir yer olacak mı?” merakımdan geldi... İnsanı hayatın bir mucizesi sayan aklım, aynı mucizenin ikinci kez oluşacağına inanmadı. Zaten tekrarı olası olan hangi şey mucizeden sayılır ki? Endişem bu yüzden sıkıntı basar geleceğin hayaline. Bu nedenle insan uygarlığı, aklın bilimini kendine yol yapıp da varlık nedeni olan dünya doğasını korumayı, uzak geleceğinin sigortası saymalıdır. “Eko-insan” davranışı bu bilinçle anlam kazanır.
Yaşadığımız dünya bizim değerlerimizden başka bir şey değildir. İlk yapmamız gereken şey değerlerimizi gözden geçirmek olmalıdır. En büyük ve pahalıyı, en lüks olanı satın alabildiği için insanın özlük değerinde bir artış olmadığını bilincimize dank ettirmeliyiz…
Deniz Kızılçeç çevirisi; “Marx’ın Ekolojik-İktisat ve Doğa Üzerine Düşünceler” adlı kitabın tanıtım sözcesinden bir alıntı: “Marx’a göre insan, doğadaki güzelliğin yasaları doğrultusunda üretmeyi ve tüketmeyi hedeflemelidir.” Bence, insan uygarlığının onuru olabilmenin en bağlayıcı ipucu budur. Çünkü insanın en yüksek uygarlık ülküsü ancak böyle gerçek olabilir. Çevre koruma ve kollama kavramı insandan bağımsız bir anlam yapmaz. İnsanın her tür varoluş eylemi, doğal çevreyi ya bozucu ya koruyup kollayıcı ya da iyileştirici bir etken oluşturur…
1 Ağustos 2018 Çarşamba
Adalet, eşitsizlikte eşit fırsat ve huzur hakkıdır
27 Temmuz 2018 Cuma
Büyülü Dükkân
26 Temmuz 2018 Perşembe
Ey İnsan!
Bilgeliğin yolları taşlı tozlu ve tuzludur. Hatta tabanlarım ne denli kalın olursa olsun, dikenleri batar bu yolların. Fakat beni ulaştırdığı vahalar bütün acılara değer… “Elde edilmesine çaba gösterilmesi gereken şey, “asıl iyi” olanı (yani hayatın tümlük bilgisine iyi geleni) amaç edinerek bilgiye özenli ve ödün vermez bir araştırmayla ulaşmak ve böylelikle bilginin gerçeğiyle donanmış erdemli bir bilinç ile mutlu yaşamaktır” diyen Sokrates, beni duyduysa kesin alkışlıyordur.
Bildiklerimizin ve sanılarımızın gerçekliği ve ipuçlarıyla düşünerek bilmediğimiz şeyleri araştırmalıyız. Bilinmeyen şeyi bulmanın olanaksız olduğuna, evrenin sırlarını çözme gayretinin tanrısal iradeye isyan olduğuna inanmak ve inandırmak evrensel varoluş bilincini taşlamaktır... Ve onlar bilmezler, aslında Tanrı evrensel varoluşun en yüce bilincidir...
Ey insanlar, ey canlarını başlarını para kazanmaya koyanlar! Boynunuzun borcu olan şeyleri ihmal ettiğinizin farkında değil misiniz? Çocuklarınıza bırakacağınız parasal zenginlik huzurlu bir dünya satın almalarına yetecek mi? Buna aldırdığınız yok; kendi kendinizi de yetiştirmeye pek uğraşmış değilsiniz zaten. Okuma yazma, sanat teknikleri, spor, bilgisayar ve matematikte uzman meslek sahibisiniz; aklınızca yüksek bilinçli oldunuz. Siz sadece, çatışmacı rekabetle yükselen tüketim uygarlığının ihtiyaçlarını gözeten meslekli oldunuz…
Ey insan, tüm öğrendiğin sadece mal mülk edinmek için midir? Erdemli ve mutlu yaşam uygarlığının yeni bir düzen ve eğitim sistematiğiyle kurulabileceğini görmüşken neden bu düzen ve eğitim ortamını sağlayacak bilinci oluşturmaya emek vermezsin de mal mülk tapulamayı uygarlık başarısı yaparsın?
Ey insan! Bu kendini bilmezliğe derhal bir son verecek çarelerin bireysel ve toplumsal alt yapılarını düşünmeye başlamalısın. Kendini bilmeye yükselten erdemli yaşamı gözün kesmiyorsa çocuk sahibi bile olma. Kendini bilmiş bilincin sorgusuyla özeleştiri yapamıyorsan bari ölümün dünyaya bir nimet olsun. Canından ne yapacağını bilmeyen canlardan olma. Gelişigüzel yaşayacaksan geleceğin gelişini rahat bırak.
Ve aslında insanlık tarihi, maddenin eytişim (diyalektik) doğallığı içinde basitçe bir var bir yok oluşun bilincidir. İnsanlık bilincinin toplumsal bir oluş olduğu bilgisinin gerçeğiyle bu bilinç bireysel var oluş gerçekliğinde yeniden yapılandırılmalı; bilimin ve teknolojinin kullanımıyla bireylerle paylaşılmalı ve bireysel bilinç ürünlerinin toplumsal varlık boyutunda demokratik hak tanımı çerçevesinde serbest dolaşımıyla maddenin bilinci artık özgürleştirilmeli...
Ben de artık kendi akıl bakışımı bilincimin kendini bilmesine temel yaparken, başka canların varlık bilgilerini de bilincimin özgürlük nedeni yapmalıyım...
22 Haziran 2018 Cuma
Goril Koko
21 Haziran 2018 Perşembe
KARAKTER
Düşününce
anlaşılıyor. Birini karaktersiz ilan etmek için karaktersizliğin herkesi her
koşulda bağlayıcı niteliklerinin belirlenmiş olması gerekiyor. “Yalan dolan;
ikili oynayan; bencil; çıkarcı…” sıfatları kişiyi mutlak karaktersiz
yapmaya yetmez. Ben kendimi veya sevdiğimi korumak için yalan söyleyebilirim;
hatta ikili bile oynayabilirim. Belki de bu yaptığım yüksek karakterdir. Hani, iyiyi
ve güzeli korumak adına karaktersiz görünmeyi göze alacak kadar karakterli sayılırım…
Bencillik de bir karakter hakkıdır bana göre; ilişkilerimizde hangimiz bencil değiliz ki? Sevilme beklentisi olmadan kaçımız severiz? Çıkarcılık da öyledir. Hepimiz çıkarımızı gözetiriz. Bence, ‘karakterli karakter’ başkalarının hakkından yemeden, kişinin kendi çıkarını öncelemesidir… Demem o ki, olumsuz davranışları öznenin kendi özelinde irdelemeden, bilincimde yer etmiş kavram genellemesiyle kimseyi karaktersiz sayamam.
Karakter, kişiyi ayırt edici özellikler bütünüdür. Felsefi anlamdaysa sözlük şöyle der: “Bireyin kendi kendine egemen olmasını, kendi kendisiyle uyum içinde bulunmasını, düşünüş ve hareketlerinde tutarlı kalabilmesini sağlayan özellikler bütünü.” Bu tanım bağlamında, sırf yalan söylemesi kişiyi karaktersiz yapmaz; sadece yalancıdır. Ortaya çıkan yalanını dürüstçe kabullenen biri karakterli bile sayılabilir… Herkese mavi boncuk dağıtması, kişinin gönül hoşlama niyetinden bile olabilir. Gizli kapaklı olmayan bir beklentiyle “karakterli” biçimde birine mavi diğerine kara boncuk da sunabilir… Yeter ki kişi kendini inkârda olmasın; bence karakterli sayılır…
Bu durumda “karaktersiz” sözcüğü de kullanımda anlamsız mı kalıyor? Kalmıyor elbette: Karaktersiz, kendi yaşam biçimine dürüstlük bağıyla egemen olamayan kişidir. Bir bakıma kendini bilmez bir kişiliktir. Yani, dolandırıcı sadece dolandırıcıdır. Foyası ortaya çıktığında masum mağduru oynamaya başlamışsa ve yemin billah tövbeye gelip de gene dolandırıcılık yapıyorsa işte o zaman karaktersizin teki olmuştur. Eğer kişi kendini bilmişse, yürüdüğü yolu kendi seçip gene kendi adımlarıyla ilerliyorsa, o kişi kendi var-oluşuyla tutarlı olmasından dolayı yeteri kadar karakterlidir. Kendi var-oluşuyla tutarlı dürüstlükte kalan herkes karakterlidir… Tersi durumsa karaktersizlik nedeni olur. Kanımca, kişi olduğu gerçekliğini inkâra kalkıştığında karaktersizleşmeye başlıyor… Gene de genel bilinçsel kavramlarımızda karaktersiz nitelemesi bu karakter tanımına pek de aldırmadan, daha çok hoşlanmadığımız kişileri aşağılayıcı bir algı yapmaya yöneliktir.
Kişinin niyet ve eylemde tutarlı ve tutarsız karakteristik yaşantısı onun kişilikli ve kişiliksiz oluşuna da az çok denk gelir. Kişiliksiz nitelemesi de kişilik yokluğunu betimlemez; sadece olumsuzlar. Manada olumluluk algısı oluştursa bile şurası bir gerçek ki ne karakterli ne kişilikli olması kişiyi gerçekten iyi biri yapar. İyi niyete bağlı girişilen eylemdeki kayırmasız vicdan ve adalettir, iyi olmanın başat koşulu… İşine gelen duruma ve adamına göre iyi olan kişi en büyük iyilik madalyasını takıyor olsa bile bence hem karaktersiz hem kişiliksiz sayılır… Muharrem Soyek
20 Mayıs 2018 Pazar
Dost Bildiğin
2 Mayıs 2018 Çarşamba
Hayatı Güzel Eden Birkaç İpucu
19 Mart 2018 Pazartesi
Stephen Hawking, bu sabah (14 Mart 2018) 76 yaşında öldü. Günümüzün en büyük bilim insanı olarak kabul edilen ünlü fizik profesörü, kara delikler, uzay bilimi ve kuantum fiziği alanındaki çalışmalarıyla ünlendi.
Allah rahmet eylesin; ruhu evren dervişi olsun...
STEPHEN HAWKİNG KİMDİR?
"Stephen William Hawking, 8 Ocak 1942'de Oxford'da doğdu. Biyolog olan babası, annesiyle birlikte Almanya'da bombardımanlardan kaçıp Londra'ya taşınmıştı.
Hawking Londra'da ve St. Albans'da büyüdü. Oxford Üniversitesi'ni birincilikle bitirip Cambridge Üniversitesi'nde kozmoloji (evren bilimi) doktorası yaptı.
Gençliğinde at biniyor, kürek sporuyla ilgileniyordu. Ama Cambridge'teyken motor nöron hastalığı teşhisi kondu ve vücudunun işlevini neredeyse tamamen yitirdi"
*
'İNSANLIĞIN DÜNYAYI TERK ETMESİ LAZIM'
Son olarak geçen yıl yaz mevsiminde Norveç’teki bir festivalde konuşan bilim adamı, “İnsanlığın Dünya'yı terk etmesi gerektiğine inanıyorum” demiş.
"Hawking’e göre uzay programlarında öncü olan ülkeler astronotlarını 2020 yılına kadar yeniden Ay'a göndermeli. İklim değişikliği gibi sorunlardan ancak başka dünyaların keşfiyle kurtulunabilcieceğini belirten İngiliz bilim adamı, önümüzdeki 10 yıl içinde Mars'a gidilmesi, 30 yıl içinde de Ay'a bir uzay üssü kurulması için çağrı yapmıştı."
Hawking sözlerini, "En iyisini umuyorum. Başka çaremiz yok" diyerek sonlandırmıştı.
***
Ben de öyle düşünüyorum. Ancak iklim değişikliği ve yaşam kaynakları sorununa çözüm olur diye değil; o sorunların üstesinden gelebiliriz. Gerekçede aynı düşünmesek bile ben de insanın dünyayı terk etmesinin kendisi için hayırlı olacağı kanısındayım. Ancak bu terk edişte paranın gücüne dayalı çekişmeci uygarlık bilincini de dünyada bırakmalıdır. İçinde ırkçılık, dincilik, milliyetçilik, bencillik, evlilik, zenginlik ve fakirlik olmayan, kısacası sadece insancı olan bir uygarlık tasarımıyla dünyayı terk etmeliyiz...
Yeni bir barışçıl ve işbirlikçi yaşam düzeni temelinde yükselmeyen uygarlık tasarımı yapmadan dünyayı terk etmek cehenneme gönüllü gitmekten farksız olur...
19 Şubat 2018 Pazartesi
İdam Ceza Değildir
İdam yerine suçluyu yaşadığına kahrettiren hücre hapsi cezanın çilesini çektirmesi bakımından bence daha adildir. Hücre cezasına hem yaş hem de süre koşulu konmalıdır. En az çekeri 10 yıl olmak üzere 60 yaş sınırına kadar hücre hapsi verilebilir. 10 yılı tamamlayan ve 60 yaşını geçenler koğuş düzeni hapsine alınabilirler.
Muharrem Soyek