Uzak hayal
diyarlarından birinde, mor tepelerin arasında, istediğin zaman bembeyaz kar
örtüsü ile ve bir daha istediğin zaman rengârenk kır çiçekleri ve meyve
bahçeleriyle kaplanan bir vadi vardı. Ortasından duru mavi bir ırmağın geçtiği
bu vadi, "Büyülü Vadi" olarak anılırdı. Ona bu adı veren vadideki
bilge adamın dükkânıydı. Ünü dünyanın dört bir yanına yayılmış olan dükkânın
adı "Büyülü Dükkân" idi. Her yerde olduğu gibi bu dükkânda da almak
istediğiniz şeyin bir bedeli vardı. Bu bedelin ne olacağı dükkân sahibiyle
yaptığınız pazarlık sonucunda ortaya çıkardı. Ancak, Büyülü Dükkân’da maddi
bedellerin hiçbir hükmü yoktu. Bazı müşteriler bir şeye sahip olmak için
verilebilecek tek bedelin para olabileceği yanılgısıyla, cepleri ve keseleri
altın dolu gelirlerdi. Oysa burada yapılan alım satım pazarlığı günlük
yaşamdakilere benzemez ve pek çok müşteriyi şaşırtırdı.
Bilge satıcı,
yorgun adamı kapının önüne gelinceye kadar dükkânın küçük penceresinden
izledi. İyice kulak kabarttı. Tahta basamakla
çıkılan ve gene tahta döşemeli geniş verandadaki ayak seslerini ve onlara eşlik
eden gıcırtıyı duymaktan çok hoşlanırdı. Büyülü Dükkân’ın sahibi bilge adam,
müşterisi birkaç kez kapı tokmağını vurmadan kapıyı açmamayı ilke edinmişti.
Çünkü hemen her gelen o kapının önünde durup bir kez daha düşünmeliydi. Az da
olsa kapıyı çalmaktan vazgeçip dönenler olmuştu. O gün de aynı şeyi yaptı;
bekledi ve aralıklarla birkaç kez vurulduktan sonra kalkıp kapıyı açtı.
Müşteri:
-Ününüzü duyunca
çok uzaklardan kalkıp geldim buraya. İstediğim şeyi bir tek sizin dükkânınızda
bulabileceğimi söylediler. Karşılığında ne isterseniz vermeye hazırım.
-İstediğiniz şeyin
ne olduğunu öğrenebilir miyim?
-Bakın, ben altmış
altı yaşındayım. Yani yolun yarısını geçeli çok oldu. Söylemeye dilim varmıyor
amma yolun sonuna yaklaştım galiba. Bu gerçeğe tahammülüm yok. Ben bugüne
kadarki hayatımı geri istiyorum. Mümkün mü?
-Elbette mümkün.
Biliyorsunuz, dükkânımda her şey mevcut. Ancak tam olarak ne istediğinizi
anlayabilmem için, bana geri istediğiniz hayatınızı biraz anlatabilir misiniz?
Oturun şöyle, kapatın gözlerinizi ve hatırlayın.
Adam gözlerini
kapatınca hayatının bütün görüntüleri bir kargaşa ve telaş içinde birbirlerine
karışarak geçip gittiler ve geride yalnızca ıssız bir hüzün bıraktılar. Acı
hatıraların yüzüne yansımasına engel olamayan müşteri, bilge satıcının sorusu
karşısında ancak şunları söyleyebildi:
-Geçmiş yaşamımda
birçok hata yaptım. Bunlar için pişmanlık duyuyorum... Yanlış kararlar verdim,
kayıplara uğradım. Zamanı hovardaca harcadım. Bir gün bir de baktım ki, hayat
avucumdan kayıp gidiyor. Paniğe kapıldım ve bir çare aramaya başladım.
Dostlarımla konuşmayı denedim. Beni teselli edip derdimi unutturmaya çalışanlar
da oldu, yardım etmeye çalışanlar da. Ancak hiçbiri fayda etmedi. Kendimi çok
mutsuz hissediyordum. Derken bir gün birisi bana sizden söz etti. Marifetinizi duyar
duymaz sanki içimde bir ateş yandı. Büyük bir umutla hemen yollara düşüp size
geldim. Kendimi çok çaresiz hissediyorum. Lütfen altmış altı yılımı bana geri
verin. (Nedense burayı okurken Orta Asyalı sufi Ebu Said Ebu’l Hayr’ın çağrısını
duydum: “Ne olursan ol, yine gel!”… “Bin kere pişman olsan da gene kendine gel”
demek ister sanki…)
-Yani, siz
pişmanlık duyduğunuz hayatınızı yeniden yaşamak mı istiyorsunuz?
-Elbette hayır.
Söylemek istediğim bu değil. Ben yalnızca kaybettiğim yıllarımı geri istiyorum.
Eğer bir şansım daha olursa aynı hataları tekrarlamayacağım.
-Herhalde bunu çok
istiyorsunuz.
-Evet, hem de her
şeyimi verecek kadar.
-Peki, benim size
vereceğim altmış altı yılın bedelini biliyor musunuz?
-Ne isterseniz?
-Sanki bunun için
her şeyden vazgeçmeye hazır gibisiniz.
-Hiç kuşkunuz
olmasın. Şu anda sahip olduğum her şeyden vazgeçebilirim. Yeter ki geride bıraktığım
yıllarımı bana geri verin.
Bilge satıcı,
ellerini sakallarında dolaştırırken, kendini sallanan koltuğunun ritmine
bırakmıştı. Bir süre düşündü. Müşterisinin sabırsızlıkla pazarlığın bitmesini
beklediğinden emindi. Büyü dükkânına gelen kişiler genellikle bir an önce
istediklerini alıp gitmek için acele ederlerdi. Koltuğu ile birlikte öne doğru
eğilerek suskunluğun içinden müşterisinin gözlerinin içine baktı ve ağır ağır
konuşmaya başladı:
-Beyefendi, her ne
kadar siz altmış altı yıl karşılığında bana her şeyinizi vermeye hazır olsanız
da ben sizden para etmeyen ve sizi de anlaşılan pek memnun etmeyen bir şey
isteyeceğim.
-Ne isterseniz
vermeye hazır geldim.
-Böyle bir isteğin
gerçekleşmesi için zorunlu bedel olan bilincinizi istiyorum.
-Anlamadım?
-Bilincinizi
dedim... Altmış altı yılın yaşantısından elde etmiş olduğunuz bilincinizi
istiyorum.
-Ah evet anladım.
İlginç bir bedel; fakat daha iyisini elde edebileceğim bir şey. Kabul ediyorum.
Tamam, alın bilincimi.
-Emin
misiniz?"
-Neden olmayayım?
Karşılığında altmış altı yıl daha kazanacağım.
-Bilincinizi
içindeki her şeyle birlikte bu dükkânda bırakıp gideceksiniz. Altmış altı yılın tek bir anlığını bile
yorumlayabilecek bilinciniz kalmayacak. Buraya neden geldiğinizin bile farkında
olamaz duruma geçeceksiniz...
-Daha iyi ya! Her
şeye yeniden başlayacağım. Zaten geçmişimi unutmak istiyorum.
-O halde, altmış
altı yıl sonra burada yeniden pazarlık edebilirsiniz. Tabii o zaman benim
yerime, bir başkası size yardımcı olacaktır.
-Hayır, hayır! Emin
olun ki, şu dakika tüm bilincimi size bırakıp altmış altı yılımı geri alacağım
ve bir daha dönmemek üzere bu dükkânı terk edeceğim. Ve yine söz veriyorum, şu ana kadar yaptığım
hataların hiç birini tekrar etmeyeceğim.
-İsterseniz başka
sözler vermeyin; çünkü az sonra, bilincine vardığınız tüm hatalarınızı ve
doğrularınızı burada bırakıp gideceksiniz. Ne olduğunu artık bilemeyeceğiniz
hataları tekrar etmeme sözünüz anlamını yitirecektir. Olmayan hatanın tekrarı
olamaz.
Bilge satıcının son
sözleri, müşterinin duraklamasına neden olmuştu. Bu sözlerin anlamını
kavrayabilmek için birkaç saniye düşünmek zorunda kaldı.
-Nasıl yani?
Buradan çıktığımda hiçbir şey hatırlamayacak mıyım? Sizinle konuştuklarımızı
bile, öyle mi? Yani hiçbir şeyi mi? Buraya neden geldiğimi, sizin kim
olduğunuzu ve hatta!
-Aslında tam da
öyle değil amma sonuç bakımından ne yazık ki öyle. Beni ve dükkânı ve kim
olduğunuzu elbette hatırlayacaksınız; ancak ne benim ne de bu dükkânın
kendinizle anlamlı bir ilişkisini kurup kavrayamayacaksınız. Aynı şey geçmiş
yaşamınız için de geçerli olacak elbette. Geçmişinizin özne ve nesnelerini
hatırlayabilir olsanız da onların öz benliğinizle olan yorumsal ilişkisini
kaybetmiş olacaksınız. Geçmişin yüzünü hatırlarken deneyim bilgisini unutmuş
olacaksınız.
Bilge satıcı, şu
anda pazarlığın sonuna geldiklerini hissetmişti. Karşısında oturan müşterinin
yüzünde gördüğü aydınlanma, pazarlık sahnelerinin en hoşlandığı görüntüsüydü.
Son sözleri müşterisinin söylemesini istediği için bir süre sessiz kaldı ve
bekledi. Adamın aydınlanan bilinciyle parlayan gözbebekleri, yaşlı satıcı için,
sessizliğin içinden fırlayacak bir coşkunun habercisi gibiydi. Bilincin
bilincine varılması anıydı bu muhteşem an. Gerçekten de, konuşmaya başlayan
müşterisi onu yanıltmadı:
-Sanırım ne demek
istediğinizi şimdi anlıyorum. Eğer altmış altı yılın bedeli bu ise,
vazgeçiyorum. Bu neye benziyor biliyor musunuz? Bir kadının çok beğendiği bir
saç tokasını kafasının derisi karşılığında satın almasına benziyor. Çok bilge
bir insansınız. Ben, bugüne kadar ki yaşamımı geri almaya gelmiştim, ancak siz
bana bugünden sonraki yaşamımı hediye ettiniz. Size teşekkür ederim.
-Bir şey değil.
Güzel bir pazarlıktı. Hoşça kalın.
(Dr. Psk. Yeşim
Türköz’ün Büyü Dükkânı adlı kitabından bir iki ekleme ve düzeltmeyle alıntıdır)
***
"Masal bu ya!" deyip de geçmeyin. Masalın kendisi hayalden bile
gerçek dışı olsa da, masalın içine saklanan bir güzel hayal vardır ki
okuyanın ve dinleyenin gerçeği olmak ister.
Bilge adam,
müşterisini gözden kaybolana dek gülümseyerek izlerken, aklından benim bir
deyişimi geçirmekteydi:
“Bilincinin geçmişi
olmayan, ya da geçmişinin bilincinde olmayan, kısacası bilincinin bilincine
eremeyen kimse hatalarını ve pişmanlıklarını kaç kez yaşayacağını asla bilemez...”
"Çoğumuz
ikinci el insanlar hâline geldik. Okuyoruz, üniversiteye gidiyoruz, büyük
oranda bilgi biriktiriyoruz. Bu bilgiler başka insanların düşündüklerinden ve
söylediklerinden oluşuyor. Topladığımız bilgileri başkalarının söyledikleriyle
kıyaslıyoruz. Kendimizden hiçbir şey yok. Yalnızca tekrar ediyoruz; durup
yeniden ve yeniden tekrar ediyoruz. Biri bize, "Senin düşüncen nedir?"
diye sorduğunda şaşırıp kalıyoruz." Diyor, Jiddu Krishnamurti.
Sanki hep zamanın
başlangıcında duruyoruz; sanki sürekli olarak bilincimizi yeniden başlama
büyüsünün bedeli olarak harcıyoruz. Oysa geleceği ancak bilincimizin geçmiş
zaman yorum bilgisiyle hayal edebiliriz. Geleceği geçmişin acı tatlı deneyim
bilgisiyle hayal edemeyense kaç kez yeniden başlamış olsa da geçmişin
pişmanlığından arınamaz… Geleceği hayal edecek geçmiş bilinci olmayan düşünemez
bile. Düşünemeyen insan zaman boyutunda nasıl kusurlarını düzeltebilir ki?
Bilge adamın
müşterisinden 66 mutsuz yıla karşılık bilincini istemesi bir maliyet tutarıydı.
Zaman, insan bilincini somutlaştıran en etkin maliyettir. Zaman silindiğinde
bence bilinç de silinir ki bu yüzden zamanda yolculuk bana hiç heyecan vermiyor.
Bilincimizi feda etmeden asla başlangıca dönemeyiz. Geleceğe geçebilsem bile
bilincimin beni orada mutlu etmeye yeterli geçmişi olacağından ciddi kuşku
duyarım.
Geçmişin bilinci
kadar yaşlı, geleceğin hayali kadar gençtir kendini bilmiş bilinçle yaşayan insan…