kapı tokmağı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kapı tokmağı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Temmuz 2018 Cuma

Büyülü Dükkân


Uzak hayal diyarlarından birinde, mor tepelerin arasında, istediğin zaman bembeyaz kar örtüsü ile ve bir daha istediğin zaman rengârenk kır çiçekleri ve meyve bahçeleriyle kaplanan bir vadi vardı. Ortasından duru mavi bir ırmağın geçtiği bu vadi, "Büyülü Vadi" olarak anılırdı. Ona bu adı veren vadideki bilge adamın dükkânıydı. Ünü dünyanın dört bir yanına yayılmış olan dükkânın adı "Büyülü Dükkân" idi. Her yerde olduğu gibi bu dükkânda da almak istediğiniz şeyin bir bedeli vardı. Bu bedelin ne olacağı dükkân sahibiyle yaptığınız pazarlık sonucunda ortaya çıkardı. Ancak, Büyülü Dükkân’da maddi bedellerin hiçbir hükmü yoktu. Bazı müşteriler bir şeye sahip olmak için verilebilecek tek bedelin para olabileceği yanılgısıyla, cepleri ve keseleri altın dolu gelirlerdi. Oysa burada yapılan alım satım pazarlığı günlük yaşamdakilere benzemez ve pek çok müşteriyi şaşırtırdı.

Bilge satıcı, yorgun adamı kapının önüne gelinceye kadar dükkânın küçük penceresinden izledi.  İyice kulak kabarttı. Tahta basamakla çıkılan ve gene tahta döşemeli geniş verandadaki ayak seslerini ve onlara eşlik eden gıcırtıyı duymaktan çok hoşlanırdı. Büyülü Dükkân’ın sahibi bilge adam, müşterisi birkaç kez kapı tokmağını vurmadan kapıyı açmamayı ilke edinmişti. Çünkü hemen her gelen o kapının önünde durup bir kez daha düşünmeliydi. Az da olsa kapıyı çalmaktan vazgeçip dönenler olmuştu. O gün de aynı şeyi yaptı; bekledi ve aralıklarla birkaç kez vurulduktan sonra kalkıp kapıyı açtı.

Müşteri:
-Ününüzü duyunca çok uzaklardan kalkıp geldim buraya. İstediğim şeyi bir tek sizin dükkânınızda bulabileceğimi söylediler. Karşılığında ne isterseniz vermeye hazırım.

-İstediğiniz şeyin ne olduğunu öğrenebilir miyim?

-Bakın, ben altmış altı yaşındayım. Yani yolun yarısını geçeli çok oldu. Söylemeye dilim varmıyor amma yolun sonuna yaklaştım galiba. Bu gerçeğe tahammülüm yok. Ben bugüne kadarki hayatımı geri istiyorum. Mümkün mü?

-Elbette mümkün. Biliyorsunuz, dükkânımda her şey mevcut. Ancak tam olarak ne istediğinizi anlayabilmem için, bana geri istediğiniz hayatınızı biraz anlatabilir misiniz? Oturun şöyle, kapatın gözlerinizi ve hatırlayın.

Adam gözlerini kapatınca hayatının bütün görüntüleri bir kargaşa ve telaş içinde birbirlerine karışarak geçip gittiler ve geride yalnızca ıssız bir hüzün bıraktılar. Acı hatıraların yüzüne yansımasına engel olamayan müşteri, bilge satıcının sorusu karşısında ancak şunları söyleyebildi:

-Geçmiş yaşamımda birçok hata yaptım. Bunlar için pişmanlık duyuyorum... Yanlış kararlar verdim, kayıplara uğradım. Zamanı hovardaca harcadım. Bir gün bir de baktım ki, hayat avucumdan kayıp gidiyor. Paniğe kapıldım ve bir çare aramaya başladım. Dostlarımla konuşmayı denedim. Beni teselli edip derdimi unutturmaya çalışanlar da oldu, yardım etmeye çalışanlar da. Ancak hiçbiri fayda etmedi. Kendimi çok mutsuz hissediyordum. Derken bir gün birisi bana sizden söz etti. Marifetinizi duyar duymaz sanki içimde bir ateş yandı. Büyük bir umutla hemen yollara düşüp size geldim. Kendimi çok çaresiz hissediyorum. Lütfen altmış altı yılımı bana geri verin. (Nedense burayı okurken Orta Asyalı sufi Ebu Said Ebu’l Hayr’ın çağrısını duydum: “Ne olursan ol, yine gel!”… “Bin kere pişman olsan da gene kendine gel” demek ister sanki…)

-Yani, siz pişmanlık duyduğunuz hayatınızı yeniden yaşamak mı istiyorsunuz?

-Elbette hayır. Söylemek istediğim bu değil. Ben yalnızca kaybettiğim yıllarımı geri istiyorum. Eğer bir şansım daha olursa aynı hataları tekrarlamayacağım.

-Herhalde bunu çok istiyorsunuz.

-Evet, hem de her şeyimi verecek kadar.

-Peki, benim size vereceğim altmış altı yılın bedelini biliyor musunuz?

-Ne isterseniz?

-Sanki bunun için her şeyden vazgeçmeye hazır gibisiniz.

-Hiç kuşkunuz olmasın. Şu anda sahip olduğum her şeyden vazgeçebilirim. Yeter ki geride bıraktığım yıllarımı bana geri verin.

Bilge satıcı, ellerini sakallarında dolaştırırken, kendini sallanan koltuğunun ritmine bırakmıştı. Bir süre düşündü. Müşterisinin sabırsızlıkla pazarlığın bitmesini beklediğinden emindi. Büyü dükkânına gelen kişiler genellikle bir an önce istediklerini alıp gitmek için acele ederlerdi. Koltuğu ile birlikte öne doğru eğilerek suskunluğun içinden müşterisinin gözlerinin içine baktı ve ağır ağır konuşmaya başladı:

-Beyefendi, her ne kadar siz altmış altı yıl karşılığında bana her şeyinizi vermeye hazır olsanız da ben sizden para etmeyen ve sizi de anlaşılan pek memnun etmeyen bir şey isteyeceğim.

-Ne isterseniz vermeye hazır geldim.

-Böyle bir isteğin gerçekleşmesi için zorunlu bedel olan bilincinizi istiyorum.

-Anlamadım?

-Bilincinizi dedim... Altmış altı yılın yaşantısından elde etmiş olduğunuz bilincinizi istiyorum.

-Ah evet anladım. İlginç bir bedel; fakat daha iyisini elde edebileceğim bir şey. Kabul ediyorum. Tamam, alın bilincimi.

-Emin misiniz?"

-Neden olmayayım? Karşılığında altmış altı yıl daha kazanacağım.

-Bilincinizi içindeki her şeyle birlikte bu dükkânda bırakıp gideceksiniz.  Altmış altı yılın tek bir anlığını bile yorumlayabilecek bilinciniz kalmayacak. Buraya neden geldiğinizin bile farkında olamaz duruma geçeceksiniz...

-Daha iyi ya! Her şeye yeniden başlayacağım. Zaten geçmişimi unutmak istiyorum.

-O halde, altmış altı yıl sonra burada yeniden pazarlık edebilirsiniz. Tabii o zaman benim yerime, bir başkası size yardımcı olacaktır.

-Hayır, hayır! Emin olun ki, şu dakika tüm bilincimi size bırakıp altmış altı yılımı geri alacağım ve bir daha dönmemek üzere bu dükkânı terk edeceğim.  Ve yine söz veriyorum, şu ana kadar yaptığım hataların hiç birini tekrar etmeyeceğim.

-İsterseniz başka sözler vermeyin; çünkü az sonra, bilincine vardığınız tüm hatalarınızı ve doğrularınızı burada bırakıp gideceksiniz. Ne olduğunu artık bilemeyeceğiniz hataları tekrar etmeme sözünüz anlamını yitirecektir. Olmayan hatanın tekrarı olamaz.

Bilge satıcının son sözleri, müşterinin duraklamasına neden olmuştu. Bu sözlerin anlamını kavrayabilmek için birkaç saniye düşünmek zorunda kaldı.

-Nasıl yani? Buradan çıktığımda hiçbir şey hatırlamayacak mıyım? Sizinle konuştuklarımızı bile, öyle mi? Yani hiçbir şeyi mi? Buraya neden geldiğimi, sizin kim olduğunuzu ve hatta!

-Aslında tam da öyle değil amma sonuç bakımından ne yazık ki öyle. Beni ve dükkânı ve kim olduğunuzu elbette hatırlayacaksınız; ancak ne benim ne de bu dükkânın kendinizle anlamlı bir ilişkisini kurup kavrayamayacaksınız. Aynı şey geçmiş yaşamınız için de geçerli olacak elbette. Geçmişinizin özne ve nesnelerini hatırlayabilir olsanız da onların öz benliğinizle olan yorumsal ilişkisini kaybetmiş olacaksınız. Geçmişin yüzünü hatırlarken deneyim bilgisini unutmuş olacaksınız.

Bilge satıcı, şu anda pazarlığın sonuna geldiklerini hissetmişti. Karşısında oturan müşterinin yüzünde gördüğü aydınlanma, pazarlık sahnelerinin en hoşlandığı görüntüsüydü. Son sözleri müşterisinin söylemesini istediği için bir süre sessiz kaldı ve bekledi. Adamın aydınlanan bilinciyle parlayan gözbebekleri, yaşlı satıcı için, sessizliğin içinden fırlayacak bir coşkunun habercisi gibiydi. Bilincin bilincine varılması anıydı bu muhteşem an. Gerçekten de, konuşmaya başlayan müşterisi onu yanıltmadı:

-Sanırım ne demek istediğinizi şimdi anlıyorum. Eğer altmış altı yılın bedeli bu ise, vazgeçiyorum. Bu neye benziyor biliyor musunuz? Bir kadının çok beğendiği bir saç tokasını kafasının derisi karşılığında satın almasına benziyor. Çok bilge bir insansınız. Ben, bugüne kadar ki yaşamımı geri almaya gelmiştim, ancak siz bana bugünden sonraki yaşamımı hediye ettiniz. Size teşekkür ederim.

-Bir şey değil. Güzel bir pazarlıktı. Hoşça kalın.

(Dr. Psk. Yeşim Türköz’ün Büyü Dükkânı adlı kitabından bir iki ekleme ve düzeltmeyle alıntıdır)
***
"Masal bu ya!" deyip de geçmeyin. Masalın kendisi hayalden bile gerçek dışı olsa da, masalın içine saklanan bir güzel hayal vardır ki okuyanın ve dinleyenin gerçeği olmak ister.

Bilge adam, müşterisini gözden kaybolana dek gülümseyerek izlerken, aklından benim bir deyişimi geçirmekteydi:

“Bilincinin geçmişi olmayan, ya da geçmişinin bilincinde olmayan, kısacası bilincinin bilincine eremeyen kimse hatalarını ve pişmanlıklarını kaç kez yaşayacağını asla bilemez...”

"Çoğumuz ikinci el insanlar hâline geldik. Okuyoruz, üniversiteye gidiyoruz, büyük oranda bilgi biriktiriyoruz. Bu bilgiler başka insanların düşündüklerinden ve söylediklerinden oluşuyor. Topladığımız bilgileri başkalarının söyledikleriyle kıyaslıyoruz. Kendimizden hiçbir şey yok. Yalnızca tekrar ediyoruz; durup yeniden ve yeniden tekrar ediyoruz. Biri bize, "Senin düşüncen nedir?" diye sorduğunda şaşırıp kalıyoruz." Diyor, Jiddu Krishnamurti.

Sanki hep zamanın başlangıcında duruyoruz; sanki sürekli olarak bilincimizi yeniden başlama büyüsünün bedeli olarak harcıyoruz. Oysa geleceği ancak bilincimizin geçmiş zaman yorum bilgisiyle hayal edebiliriz. Geleceği geçmişin acı tatlı deneyim bilgisiyle hayal edemeyense kaç kez yeniden başlamış olsa da geçmişin pişmanlığından arınamaz… Geleceği hayal edecek geçmiş bilinci olmayan düşünemez bile. Düşünemeyen insan zaman boyutunda nasıl kusurlarını düzeltebilir ki?

Bilge adamın müşterisinden 66 mutsuz yıla karşılık bilincini istemesi bir maliyet tutarıydı. Zaman, insan bilincini somutlaştıran en etkin maliyettir. Zaman silindiğinde bence bilinç de silinir ki bu yüzden zamanda yolculuk bana hiç heyecan vermiyor. Bilincimizi feda etmeden asla başlangıca dönemeyiz. Geleceğe geçebilsem bile bilincimin beni orada mutlu etmeye yeterli geçmişi olacağından ciddi kuşku duyarım.


Geçmişin bilinci kadar yaşlı, geleceğin hayali kadar gençtir kendini bilmiş bilinçle yaşayan insan…
Muharrem Soyek