17 Mayıs 2019 Cuma

Zorunlu Eğitim tek tip olmalı


Adı bunun zorunlu eğitimse tek tip okul aracılığıyla verilmelidir. Eğitimde tümü kapsayan fırsat eşitliği ancak böyle sağlanır. Okul tek tip amma eğitim tek tip olmak zorunda değil. Sadece temel bilimler ile Türkçe ve artık dünya dili olmuş İngilizce zorunlu ve tek tip ders yapılmalıdır. Bu zorunlu dersler okul başarı notunda yüzde 50 ağırlıkta tutulmalıdır. Gerisi zaten seçmece; çeşit çeşit dersler içinden seç seçebildiğin kadar. Seçim adedinde sadece bir alt sınır belirlenir. Seçmeli dersler yüzde 25 not ağırlığı. Kalan yüzde 25 ise sosyal etkinlik katılımlarıyla tamamlanır. Amaç öğrenciyi düşündürmek ve kendisini tanımasına yardımcı olmaktır. Gerisi öğrencinin seçeceği özel ya da kamusal mesleki yüksek öğretim kurumlarınca tamamlanır. Tekniker düzeyindeki meslekler 3 yıllık, akademik düzeydeki meslekler de 6 yıllık oldu mu insan yeteneğine kalite gelir. Meslek okullarının son yılı mutlaka zorunlu çıraklık çalışmasıyla bitirilmelidir.

Zorunlu eğitime 12 yıl yeter, (2+10)... 4 yaşında başlar 16 yaşında biter. Zorunlu eğitimde sınıf değil ders geçmece olmalıdır. Geçilmeyen dersler dışarıdan tamamlanmalıdır. Böylece sınıfın öğrenci sayısı sabit tutulabilir. Elbette özel yetenekli ve özel engelli çocuklar için özelleştirilmiş eğitim veren okullar olacaktır. Bir tek onlar ayrıcalıklıdır.

Çocuklar büyüklerin hayal mimarları değillerdir. Onlar zorunlu eğitimle edindikleri düşünen bilinçleriyle kendi hayallerini kurgulamaya ehil duruma getirilmiyorsa eğitim misyonu bence çocukların değil büyüklerin çıkar hesabına hizmet ediyordur. Özellikle zorunlu eğitim, düşündürmeyi ve öğrencinin kendini bilmesini sağlayıcı sadelik içeren yol yöntemle insan yetiştirmeye odaklı yapılandırılmalıdır.

Şu anki uygulama insandan çok, çeşitlendirilmiş üretim gücü yetiştirmeye heveslidir. Çocuğa daha lisede 13-14 yaşında kendi seçimi bile olamayan mesleki üretim görevi yüklemek bana vicdanlı gelmiyor. Yani, şimdiki lise öncesi eğitim çocuğa mesleğini hevesle seçebilecek ne yetenek ne düşünen bilinç ne de arzulu bir özgüven vermektedir. Hani bunlar sağlansa çeşit çeşit lise olsun denebilir. Benim sistemde lise düzeyi sadece yüksek eğitim kurumuna kaydırılıyor, hepsi bu. Zorunlu eğitimse çocuğu bilinçli istekle seçim yapabilmeye hazırlayacak nitelikte olacaktır. Bu nitelikten dolayıdır ki, okul tek tip ancak öğrenci asla tek tip olamıyor.

Mesele çok saatli sıkı eğitim ya da az saatli esnek ve özgür eğitim sistematiği de değildir. Mesele doğrudan geleceğe insan yetiştirme amacına uyarlıktır. Amacımız neyse eğitim de ona hizmet edici kurgulanır. Benim eğitimsel amacım, öğrenciye bilgi yüklemek değil; bilgiyi kullanma becerisi yapan düşünmeyi öğretmektir. Sizin amacınız, öğrenciyi en fazla maddi kazanım sağlayıcı bilgiyle donatmaksa bugünkü eğitim sistemi tam da bu amaca uygundur.

Öğrenci vicdanlı bir bilinçle düşünmeyi öğrenmişse gerisini getirir. Aradığı bilgi insanlık tarihi arşivinde mevcuttur. Kalanı da kendi hayal gücüne takılı düşünme eylemiyle tamamlar. Ve kendisi baktı ki yeni bilgiler üretmiştir, onları da arşive ekleme özgürlüğünden endişe etmeyeceği ortamı biz sağlayalım yeter. Son dediğim, sadece demokrasinin laik hukuk devleti güvencesinde sağlanabilir.

Bunlar sadece ilkesel ana hatlar; ayrıntılar ayrıca uzman görüşleriyle ele alınmalıdır. Ancak temeldeki kusuru görmeden yapılacak en gösterişli reform bile işe yaramaz. Eğitimdeki temel kusur, eğitimin birincil hedef amacının öğrenciyi maddi kazanım becerisiyle donatmak olmasıdır. Oysa temel ve öncelikli amaç, öğrenciye özlenen insan karakterini oturtmaktır. O da elbette vicdanlı ve sanatsal estetiği yüksek bir yaşam biçimi sağlamaya yönelik düşündürücü eğitimle olur.

Eğitimde paranın gücüne bağlı fırsat eşitliği çeşitlilik yapılmıştır. Bu büyük bir adalet kusurudur. Zorunlu eğitim tam parasızken, alt ve üst düzey meslek eğitimi veren üniversal eğitimse paralı olmalıdır. Sadece, her madden yetersiz öğrenciye devlet tam burs vermelidir. Burs geri ödemeli olacaktır; ancak, ödeme uzun vadede ve sadece çalışır vaziyette olunduğu zamanlarda yapılır olmalıdır.

Darüşşafaka gibi bağışlarla parasız eğitim sunan liseler de artık kapılarını maddi yetersizliği olan herkese açan yüksek eğitim kurumlarına dönüşürler. Ya da MEB düzeniyle 12 yıl kesintisiz ve parasız eğitim verirler.

“Okumayı ve yazmayı öğrenmenin ne faydası var ki, düşünmeyi başkalarına bıraktıktan sonra!” Ernst R. Hauschkam

* “Eğitimdir ki, bir milleti hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır; ya da bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk eder.” Atatürk ) (Eğitim, olmazsa olmaz; ancak, bilimsel düşünmeyi öğretemiyorsa felaket olur)

Açık kapılardan açık fikir meydanlarına çıkılsın. Özünde yüksek sermayeye hizmetçi yetiştirmek üzere kurgulanmış bir eğitim sistemi üstünde yapılacak tüm iyi niyetli iyileştirme gayreti boşunadır. Kökten değişim zorunludur. Şu dünya servetinin yüzde 80’den bile fazlası dünya nüfusunun yüzde BİRİ elinde toplanmışsa, eğitim bu gerçekliğin baş mimarıdır. Sadece bizde değil, dünyada böyledir. Eğitim, farkında olsun olmasın gerçekte bu yüksek sermaye azınlığının çıkarlarına hizmet etmektedir. Değil mi ki insan sözde uygarlık adına daha çok maddi sahiplik için eğitimi önemsemek zorunda tutulmaktadır, bu böyledir. Değil mi ki anne babalar çocukları daha yüksek maddi statü kazansın diye özel okulların külfetine bir ömür harcamaktadırlar, bu böyledir. Böyledir çünkü her tüketim ve sahiplik zenginliğine azmeden başarı yolu mutlaka yüksek sermaye azınlığına ondalık bırakılan kapılardan geçer.

Zorunlu eğitim bu nedenle öğrenciyi anamalcı kurumlara eleman yetiştirme görevinden alınıp, sadece vicdanlı bilinçle düşünen insan yetiştirme üzerine kurgulanmalıdır. Meslek işi, kişinin fırsat eşitliğiyle seçeceği ve seçileceği meslek yüksek eğitim kurumlarınca, yani üniversitelerde verilmelidir. Zorunlu eğitimde fırsat eşitliği olmaz; çünkü zorunlu olan hiçbir şey fırsat koşulu belirlemez; kim olursa olsun fırsat kapısına toslamadan zorunlu olarak zorunlu eğitimden geçirilir.

Muharrem Soyek

13 Mayıs 2019 Pazartesi

Anneler Günü


Bahar zamanı tüm canların coşkulu sevinciyle ilerliyordu. Anneler Günü gelmişti. Anneler, çocuklar ve hatta babalar bile sevinçli bir telaş içindeydiler. Hediyelik satış umuduyla esnaf da canlanmıştı. Âdem sakindi; somurtuk değildi amma neşeli de değildi. Âdem cebinden çakısını çıkarıp açtı; bahçesindeki beyaz güllerden en güzelini seçti ve gülü dalından kesti. Bir tane de kırmızı gülden kesti. Çakısını kapatıp cebine koydu. Güllerin dalındaki yaprakların bir kısmını koparıp attı; gülün altında iki yaprak bıraktı. Sonra çıkıp yandaki mezarlığa yöneldi.

Mezarlık girişinde sağlı sollu çiçek satan çiçek yüzlü Çingeneler sıralanmıştı. Güller ve karanfiller plastik kovalarda sessizce alıcı bekliyordu. Günün anlamına saygın eğik bir sessizlik mezar taşları arasında dolaşıyordu. Âdem, annesinin ruhuna dua olur umuduyla, bebeğini emziren kadının tezgâhından iki beyaz karanfil aldı. Kadın gençti; belki de ilk kez anne olmuştu. Saçları taze kına rengindeydi. Bebeğini emzirirken memesi görünmesin diye göğsünü oyalı yemeniyle örtmüştü.

Mezarlığın içlerine doğru yürürken; üstünde dev bir ıhlamur ağacı büyümüş eski bir mezarın başında durdu. Mezarın çok eski olduğu, Arap harfleriyle yazılı taşın yarıya kadar ıhlamurun gövdesine kaynamışlığından belliydi. “Kim olduğunu bilemesem de bu ıhlamur bunca yıldır seni kucaklamaktan bıkmamışsa iyi birisi olmalısın” diyerek, çingene kadından aldığı karanfillerden birini yosun tutmuş mezar taşının dibine bıraktı. Az ilerideki mezarda Âdem’in annesi yatıyordu; belli ki yeni gömülmüştü; mezarın toprağı tazeydi. Elindeki beyaz gülü ve karanfili mezarın başucuna bıraktı. Mezarın sağ yanına geçti, ellerini açıp dua etti. Mezarın sağ yanına geçince mezarda yatan kişi ziyaretine geleni görürmüş; annesi öyle derdi sağlığında.  Sonra kendi içine doğru konuşmaya başladı: “Umarım acıların dinmiştir benim çilekeş anam. Umarım Allah çektiklerinin hatırına seni cennetinde misafir ediyordur. Son ameliyatından çıkınca yoğun bakıma girmiştin. Bir ara solunum cihazından ayrılmış umut vermiştin. Hatta kendine gelip benimle konuşabilmiştin bile. “Çok üşüyorum, beni burada çıplak yatırıyorlar; hemşireye söyle bir battaniye atsın üstüme.” demiştin. Ben de sözde seni avutur umudumla: “Ağır bir ameliyat geçirdin; yoğun bakımdasın. Burada herkesi çarşaf altında çıplak yatırıyorlar. Ateşin çıkar diye çok örtmüyorlar. Bir iki güne normal odana aldıklarında giydirecekler” demiştim. Sen, “Tamam oğlum!” dedikten sonra yeniden uykuya geçmiştin.

Ertesi gün fenalaştın. Solunum cihazına bağlandın. Ameliyat konusu olan bağırsaklarında kanlanma olmadığı bilgisini aldım. Doktorunu dinlerken daldaki elmaya uzandığında elmanın kendiliğinden kopup dereye yuvarlanışını seyreden bir çocuk mahzunluğu çökmüştü içime. Bir sonraki günün gecesi sabaha karşı bu dünyayı terk etmiştin. Ruhun özgür kalmıştı.

Ne kimseye çektirdin ne kimsenin merhametine minnet ettin. Elin ayağın tutarken çekip gittin. Kimse anlamadı amma gene de itiraf etmeliyim ki böyle sessizce dünyadan çekilmenden sonra içimde ezilen boşluğa rağmen kendimi daha özgür hissediyor olmamdan utanmıştım. Şimdi bunun nedenini anlayabiliyorum. Artık senin için endişe etmeme gerek kalmamıştı. Artık banyoda ayağın kayar da düşersen ya da bir gece ansızın kalp krizi geçirirsen ne yaparım diye tasalanmıyorum. Tansiyonun ayaktayken düşer de bir yerini kırarsın diye endişem da yoktur. Her namaz sonrası, “Allah elden ayaktan düşmeden canımı alsın; çocuğum üzülmesin” diye dua ederdin. Ah, keşke ben gece gündüz endişe içinde kalaydım da sen yaşıyor olaydın…

Ruhun cennet huzuru bulsun. Ölümün son öğüdün oldu. Seni özledikçe daha iyi anlıyorum; dürüst ve merhametli yaşamak bizi hatırlatacak en güçlü duadır...
*

Cennette buluşma hakkına
Dünyam sebil ola senin hayrına
Ben biraz oyalanayım bu dünyada
Ruhuna rahmet iyi evlat olmaya…

Muharrem Soyek

11 Mayıs 2019 Cumartesi

Kitap




Hayatımı erdemli kılmaya değer yapan gerçeklik umudum, insana kendini bilmiş bilinciyle özgür ve bilimsel yaşama fırsatını sağlayacak uygarlığı hayal edebilir olmamdır. İnanırım ki, yeni bir uygarlık düzeni hayal eden herkesin niyet ve arzusu sürdürülebilir huzurla yaşama emelinden gelir.
BİLİNCİMİN BİLİNCESİ, güncel baskıyla ONLİNE kitapçılarda.