demokrasi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
demokrasi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Mart 2022 Çarşamba

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem

 

Yürütme erkinin iktidar kadrosunu meclis içinden gene meclis onayıyla çıkartmak yürütme erkini seçme hakkını halkın elinden almakla anca olasıdır. Anayasal bir değişim ister. Ve bu değişimle parlamento güçlendirilmiş olmaz; sadece siyasi iktidarın başı bir Başbakan ve devleti temsilen de yetkisiz bir Cumhurbaşkanı atama görevi  verilmiş olur. Millet İttifakı siyasi muhalefetin 28 Şubat ortak açıklaması, güçlendirilmiş seçim vaatlerinden ileri daha demokratik bir sistem değişikliği getirmemiş... Hatta demokrasiyi geriletici bir sistem yapısı var. Yürütme erkini doğrudan halkın seçmesi engellenmiş. Aslında demokrasi adına ileri sürdükleri yerinde öneriler var amma onların hepsi de şimdiki Cumhurbaşkanlığı sistemine ulanabilir yasa değişiklikleri.

Şu andaki anayasal kazancımız, yürütme erkinin yasama erkinden ayrılmış, kendi sorumluluğuna çekilmiş olmasıdır. Yürütme erkinin doğrudan seçilmesi yerindedir. Var olan sistem içinde TBMM güçlendirilebilir. Köklü bir sistem değişikliği hem gereksiz hem umutsuz hem de demokrasiyi ileri götürecek bir öneri değil. Diyesim o ki şimdiki meclisin, yani yasama erkinin yürütme erki üzerindeki denetim unsurları güçlendirilse ve yargı erkinin de yargısal süreç bağlamında yürütmenin ve hatta yasama erkinin yönlendirme bağından koparılması, şahane bir demokratik sistem oluşturabilir. Demokrasideki güçler ayrılığını hem özerk hem iş birliği içinde tutabilmeliyiz. Geri dönüş gayreti kanımca umutsuz bir maceradır.

Başkanlık sistemini, hükümet kuracak erki doğrudan halkın seçmesi olarak görüyorum. Şimdi kalkıp da hükümetin yasama erki meclis içinden ve gene meclis tarafından seçilmesini istemek, ileri demokrasinin güçler ayrılığı ilkesini üçten ikiye düşürmek, ya da en azından yürütme erkini zayıflatmak olmaz mı? Ayrıca bu neyi değiştirir ki? Hükümet ya mecliste çoğunluğu olan parti tarafından kurulacak ya da çoğunluk olmadığında partilerin iktidar koalisyonu ile kurulacak; tabi o da pazarlıkta anlaşılabilirse. Her iki durumda hükümet herhangi bir partinin başkanı emrinde olmayacak mı? Peki, partili yürütme başı bağlamında şimdiki durumdan farkı ne ola ki? Meclisin seçeceği bir Cumhurbaşkanı ve gene meclis içinden vekillerle bir başbakan emrinde kurulacak yürütme kurulu... Bunun neresi demokrasiyi ileri götürür ki? Eskiden de böyleydi zaten ve bizim demokrasi pek de ileri değildi. TBMM iktidardan pay kapma arenası yapılırsa, doğrudan seçmene hesap verecek bir yürütme erki bağımsızlığı olmayacağı gibi, yasama erki de kendini gene kendi iktidar hırsına bağlayarak bağımsızlığını kendiliğinden yitirecektir.

Bence, yapılması gereken şey gene Cumhurbaşkanlığı sistemi içinde kalarak yasama erki olan meclisin denetim ve sorgu gücünü artırmak ve hemen yanında yargı erkini de yürütme ve hatta yasama erkine karşı güçlendirmek olmalıdır. Örneğin: Yargı erkinden kurumsal görüş ve öneri almadan Meclis yasa çıkaramaz yapılmalıdır. Örneğin: Yürütme erki, yargı erkinin yargılama kurumlarına atama yapamaz olmalıdır. Ancak böylece demokrasiyi güçlendirmiş oluruz. Sözde Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem adına, demokrasinin güç kollarından birini zayıflatmak ya da aradan çıkartıp bir diğerine bağlamakla anca ilkel demokrasiye döneriz. Demokrasi hepten ne güçler birliği ne güçler ayrılığı ilkesine bağlanarak güçlendirilir. Demokrasi anca toplumun yönetici güçlerinin özerk işlerliğinde iş birliği hukukuna bağlı tutulmasıyla güçlenir. 

Muharrem Soyek


6 Mart 2019 Çarşamba

Atatürk Milliyetçiliği


* Atatürk haddini bilen bir dehadır. Çünkü "hayatta en hakiki mürşit ilimdir" demişti. Sanırım bu yüzden zaman üstü bir önderlik vasfıyla hâlâ var olmaktadır. (mürşit; yol gösterici)

Elbette, ‘Ne mutlu Türk olana!’ demeyiz! “Ne mutlu Türk’üm diyene!” deriz. Aradaki farkı, tarihsel bağımsızlık ateşi ve insanlık ruhuyla göremeyen belki doğrudan bilinçle ırkçı değildir amma ırkçılığa hizmettedir.

Şimdi bunu okuyan bir sözde milliyetçi, “Herkes soyuyla, ırkıyla övünebilir” diyerek posta koydu sözüme. Ben de biraz açayım bilinçsel algımı dedim: İnsan bireysel özelinde ve toplumsal konumunda kendi ailesel soyu sopuyla elbette övünebilir; kişisel özgürlük hakkı sayarım. Irkıyla övünmeye kalkınca övüncüne beni de kattığı için itiraz hakkım doğuyor. Herkes kendi içsel özelinde soyunu sopunu övünçle kutsayabilir amma bu övüncünü ırkçılığın toplumsallık dozuna vardıramaz. Irkçı böbürlenme tekil özneden çıkarılıp çoğul özneye yüklendiğinde bireysel değil toplumsal bir duyum betimlemesi yapar. Toplumsallık da herkesin keyfine bırakılamaz. İyisi mi kimse ırksal kökenini yücelterek övünmesin; çünkü öylesi bir övünme doğal olarak diğer ırklara üstünlük taslar. Irkçılık, insanın kendisini en üstün ırktan görme kibriyle diğer ırkları küçümseyen bir böbürlenmedir. İnsan eğer övünmeye durmuşsa, insanlığıyla övünsün…

Benim anladığım Atatürk Milliyetçiliği: Soyu-sopu ne olursa olsun; alttan üstten bir kültürün neresinden olursa olsun, T.C. Devleti’ne vergi veren ve de veremeyen, vatana sevgili, millete ve dünya doğasına saygılı her yurttaşı mutlu etme niyetine hizmettir. Sanırım böyle bir gayret neticesinde, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözü de gerçek anlamıyla anca yaşanır oluyor. İşte o zaman hiçbir T.C. vatandaşı ‘Mutlu Türk Vatandaşı’ olmanın kısa adı olarak kendini ‘Türk’ görmek ve tanıtmaktan gocunmayacaktır. T.C. vatandaşlık hakkını alan insanların aidiyet bağına Türk Milleti denir… Dolayısıyla Türk Milleti’nden olana da bir üst kimlik olarak yeryüzünde resmen Türk denmesi doğaldır. “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözü, kendini ulusal kimlikte Türk Milleti’nden sayan herkesi yücelten milliyetçi, yani ‘milletçi’ bir söylemdir; asla ırkçı değildir. Öyle milliyetçi olalım ki, yabancının bile “Türk vatandaşı” olup bu ülkede yaşayası gelsin. İşte o zaman, bu kutlu özdeyişi ırkçı kutsamayla “Ne mutlu Türk olana!” dermiş gibi anlayan ırk kökenli Türkçülük de yutkunup susa kalacaktır...

* “Ne mutlu Türk’üm diyene!” demekte hiçbir sorun yoktur; yeter ki bu değerli özdeyiş ‘kraldan kralcı olup da “Ne mutlu Türk olana, ya da Türk doğana!” demeye kılıf yapılmasın. Atatürk Milliyetçiliğindeki Türk kavramı ırk kökenli bir varoluş bağının ifadesi değildir. Sadece, resmiyette Türk tanımıyla adlandırılmış T.C. vatandaşı olmaktan mutluluk duyumunun bir ifadesidir. Zorla değil, anca mutluluk koşuluyla söylendiğinde öz anlamıyla yerine oturur.

(Muharrem Soyek)


9 Eylül 2018 Pazar

Hak Verilmez Alınır

Doğrudur! Hak ancak kendisini alanın kullanımıyla somutlaşır. Tarihte hakların kanlı ve zor uğraşlar sonunda alındığı gerçeği de kayıtlıdır. Ancak kurumsallaşan ileri demokrasiler yüzünden bu hak alma uğraşısı artık eskisi gibi kanlı ve zorlu olmuyor. Alınacak hak için artık silahlı devrim zoru gerekmiyor. Haklar oy karşılığı hak ediliyor; edilemezse şiddetsiz gösterilerle dayatılıyor. Bence günümüz demokratik dünyasında bu söz, “Hak, almak istemeyene bile hakkınca verilir” deyişine evrilmiştir bile. Her şeye rağmen, demokrasi adına verilmiş olsa da sahiplenilip benimsenmeyen bir hak, alınmış sayılmaz.

Örneğin, kadına seçme ve seçilme hakkını ilk tanımışlardan olmakla böbürleniriz de bu hakkın hâlâ daha istekle ve etkin biçimde alınmış olmayışına pek kafa yormayız. Bu bağlamda “hak verilmez alınır” sözü cuk oturmaktadır aslında. Günümüz demokrasi tıynetinde sözün özü, ‘hak verilmiş olsa bile onu alan yoksa o hak yok hükmünde kalır’ demeye gelir... Şairin, (Attilâ İlhan) “Ne kadınlar sevdim zaten yoktular” demesi gibidir...

Özgürlükçü demokrasiyle bağdaşır olan hakkımızı almaya istekli ve azimli olmak yetmez; o hakkın kullanımını da öğrenmek zorundayız. Verilmiş olsa bile, almaya çekindiğimiz ya da demokratik adalet düzeyinde kullanılabilir koşulları oluşturulmamış yasal bir hakkın, anca kullanımdan düşmüş para kadar değeri olur... Beri yanda yasal güvenceye bağlanmamış bir hakkın kullanımı da demokrasiyi huzursuz eder. Demokrasi, hakların hukukunu belirlemeden insanlık hakkınca işletilemez…

“Hak verilmez, alınır!” demişler demesine de bu sözdeki “verilmez” hükmü, gerçek demokraside uygarlık ayıbı büyük utançtır. Sözün doğrudan geçerliği anca ilkel insanlık ve hayvanlar âlemi içindir. Hayvanlar, doğal olarak haklarını alırlar da hak vermeyi düşünmezler.

Uygarlaşmış insanlık âleminde işler farklı yürür. Gerçekten insan olan, her şeyin hakkını vermeyi ve her şeyden de hakkını almayı aynı değerde erdemden sayar. Bu erdemli davranışa bağlanarak, “Hak verilir, hakkıyla da alınır!” demek bence insanlığın uygarlık tıynetine daha uygun düşüyor. Ayrıca kendiliğinden, yani bir alma zorlamasına tutulmadan verilen hak, vicdanlı olmanın da erdemindendir…
*
Muharrem Soyek



25 Aralık 2013 Çarşamba

Demokrasinin Yeteneksiz Siyaset Dansı



Dershane meselesinde ve son olarak da Halk Bankası’nda aklanan kara para yolsuzluk iddiaları peşinden tuhaf bir durum çıktı ortaya. Daha öncesinde Fethullah Gülen için “Fetoş, F-tipi, ağlayan şeytan” gibi aşağılayıcı ifadeler kullanan sosyal çevremden şimdilerde “Sayın Fethullah Gülen ve Hoca Efendi” biçiminde saygıdeğer hitaplar duymaktayım. Bu bilinçsiz bir tutarsızlık mı yoksa çıkarcılığın siyasi çıkını mı?

Bir zamanlar AKP iktidarını ABD istedi dendi. Şimdiyse AKP iktidarını ABD devirsin diye dualar ediliyor. Peki, yerine gelecek olanı da bu durumda ABD iktidara getirmiş olmayacak mı? İşlerin böyle yürümesine demek ki işimize gelende itiraz etmeyeceğiz.

Ergenekon ve bağlantılı benzer davalarda daha iddianame bile açıklanmadan gözaltı ve tutuklamaların sahte delillere dayandırıldığını varsayanlar şimdiki “yolsuzluk” operasyonundan sızan her bilgiyi suça kanıt yapma telaşına girmiş gibiler. Hükümet olan AKP son durumda Ergenekon ve benzeri davalardaki nispeten demokratik duruşunu koruyamadı. “Muhalefet Ergenekon avukatı olursa biz de savcısı oluruz” demişti. Şimdi, muhalefet “kara para yolsuzluğu” davasının avukatı ve savcısı olmaya yeltenmişken iktidar da panikleyip mahkeme hâkimi olmaya kalkışıyor. İkisi de demokrasinin yüz karası oldu. Neyse ki Sayın Bülent Arınç yargının muhakeme sürecine hükümetin hüküm tayin edici bir karışmasının söz konusu olamayacağını açıkladı. Başbakan’dan bir düzeltme demeci çıkmadığına göre, şimdilik Sayın Arınc’ın sözüne güvenle süreci izlemekte bir sakınca görmüyorum.

Kim ne yolsuzluk yapmışsa, kim rüşvetle iş yapmışsa hukuki kanıtlarıyla tespit edilip gereken cezaya çarptırılsın. Kimin itirazı var? Hükümetin mi? Onu da millet seçimde değerlendirsin. Ancak, suçun ve suçlunun mahkeme hukuku içinde belirlenip cezası kesilene dek yargı sürecinin siyasi linç sopası gibi kullanılması demokrasiye hasar verir. Burada yapılması gereken en demokratik davranış yargı sürecindeki kusurları yargı erkine saygı çerçevesinde eleştirmek olmalıdır. Eleştirinin temel amacı da bağımsız yargı kurumuyla demokrasiyi ilerletmek olmalıdır.

Daha düne kadar “ABD’ci, ABD ürünü” diye iktidarı yaftalayanlar ABD devlet yetkilileriyle görüş alışverişi yaptıkları kahvaltılara katılmaktadırlar. Hatta K. Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyareti sırasında F.G. Cemaati’nin adamlarıyla görüştüğü bilgisi çıkmıştır. Ana muhalefetin ABD büyükelçisiyle görüşmeleri de dikkat çekici. Katılsınlar tabi; fakat önümüzdeki seçimlerde iktidar olurlarsa TC ürünü olsunlar. Bunun için siyasi kimliklerini sadece milletin özgür seçim iradesinin onayına sunmaları yeterlidir.

Cemaat liderinin “Elimde olsa bütün paşaları serbest bırakırdım" demesine sessiz kalındı.  Mehmet Haberal serbest kaldıktan sonra ilk ziyaretini Fatih Üniversitesine yaptı. Şimdi İstanbul'da Cemaat Sarıgül’e destek istiyor.

Sayın Mustafa Balbay serbest bırakıldı. BDP milletvekillerine ret cevabı verildi. Muhalif siyaset Balbay için göstermiş olduğu demokratik çabayı BDP milletvekilleri için de göstermelidir.

Siyaset, "Düşmanımın düşmanı dostumdur" ilkesini onur madalyası olarak boynunda taşımaya devam ettikçe bu böyle sürer gider. Bir zamanlar TC'nin en firavun düşmanı olan F.G. şimdi kurtarıcı destek güç
olarak kabul görebilir.

Her şeye rağmen toplumsal varoluş bilincinin sağduyusu demokratik seçimlerde eğri doğru ortaya çıkabiliyor. Sağduyunun yanılmayacağını umuyorum; yanılsa da demokrasinin ipine sıkıca bağlı kalabilirsek elbet bir başka seçime kendisini düzeltme fırsatı yakalayacaktır. Zamanın sabrı sonsuzdur. Demokratik olgunluğun sabırlı azmiyle çözülmemiş hiçbir sorun kalmaz.

Yolsuzluk veya kara para adli operasyonunu daha iddianame bile hazırlanmış değilken hükümeti linç fırsatı saymak siyasi bir tercih olabilir. Ancak bu bir aydın tavrı olamaz. Ergenekon davasındaki taraflı bakışların önyargılı çıkarımlarını hatırlamalı. Esas olan hükümetin yargısal süreci engelleyici veya durdurucu hukuk dışı bir baskı yapıp yapmadığıdır. Mahkemeyi takip edip göreceğiz. Yolsuzluk suçu işleyeni hükümet korumaya alırsa onu da millet sandıkta değerlendirir. Seçim öncesinde yolsuzlukla suçlanan hükümetin savunma telaşıyla öfke nöbetine tutulup yargıyı rakip siyasetin taşeronu sayması büyük hatadır. Ancak yargının yerine infaza kalkan muhalefet bilmeli ki bu tutumuyla seçmen vicdanında AKP'yi mağdur duruma iteleyerek güçlendirebilir de.

Olayın bir de ekonomik gerçeklik boyutu var tabi ki. İran'dan ithal edilen doğalgaz ve petrol paraları euro cinsinden Halkbank kasasında birikmektedir. Hatta Pakistan bile İran'dan ithal ettiği enerji hammaddesinin parasını Halkbank'a havale etmekteymiş. Ambargodan dolayı bankalar arası para transferinde sıkıntı olduğundan sanırım ki İran'ın da onayladığı bazı güvenilir kimseler kuryeliğiyle İran'ın parası İran'a gitmekteydi. Yani olay ambargoyu delme girişimine yasal çerçeveli siyasi operasyon da olabilir. Bu arada rüşvet ve zimmet gibi yolsuzluk
yapılmış da olabilir tabi ki. Savcılar bu yüzden soruşturma yaparlar;
gerçeği delillendirmek için... Mahkemeler de delilleri değerlendirmek için
kurulurlar. Hâkimler de hukuki değer arz eden delillere istinaden suça ceza keserler. Kesilen cezaya itiraz hakkının da kullanılmasından sonra masumiyet hâli son bulur. Mahkemelik davaları "benim adamım masumdur" veya "bizden değilse suçludur" mantığıyla siyasi çıkar malzemesi yapmak demokrasiyi geriye iter.

Şimdi kalkıp bir diyen çıkar illa ki: “Bir insanın hayatında kaç tane 4-5 yılı var ki seçimden seçime çözüm umuduna bağlasın ömrünü? Adamlar milleti soyarken sen kalkmış, “sandıkta hesabı sorulur” diyorsun. Ben de öpüle öpüle usandım” diyorum. Ayrıca, mahkemenin yansız tutumuyla vereceği adaletli hükmü bekleme tavsiyen hiç de güven vermiyor. Halkın parasını siyaset maskeli hırsız ve rüşvetçilere kaptırmak en kayda değer demokratik ayıbımız olmuşken sandığın adalet bekleyen sabır taşı da çatlar elbette”

Sözü burada kesip bırakmak düşüncemi ifade yeteneksizliğim olacağından, konuyu özüne bağlayan iki çift lâf etmem gerekiyor:

Tabi ki demokrasi insan ömrünü ihya etmeyi amaçlıyorsa bir anlam ifade eder. Ancak, demokrasi bir insanın ömrüne sığıştırılacak özel bir mutluluk hâli de değildir. Geleceği de kapsayan bir insanlık ilerlemesidir. Zaten bu yüzden “ileri demokrasi” kavramı günümüz demokrasi bilincinde ilkesel bir anlam ifade eder olmuştur. Demokrasiyi ilerletmek insan uygarlığının bence en yüce ülküsüdür; ta ki yerine başka bir yönetişim sistematiği tasarlayana kadar.

“Öpüle öpüle usandım” demendeki sitem demokrasinin en temel yapı sistematiği olan seçim hukukuna ve demokratik adaleti sağlayan yargıya güvensizlikse, çaren seçim sandığını kırmak ve yargıyı yok saymak mıdır?  Bence çare, demokrasinin kusurlarını gidermeyi amaçlayan toplumsal çabanın örgütlü işbirliğine demokratik ilkelerle emek katmaktır. İşte bu uğurda insan ömürleri heba olmaktan gurur duyabilmektedir.

İktidar olsun muhalefet olsun, ben siyasetin yargıdaki konuyu mahkeme hükmünü beklemeden oy avcılığına cephane yapmasına karşıyım. Sense peşinen suçluyu damgalayıp paketlemişsin bile. “Her şeyi bilen adam” bile bence senin kadar peşin hükümle konuşmaz. Demokratik sağduyum yargıya saygımı yitirmeden yargısal kusurları hukuk bilgisiyle eleştirebileceğimi söylerken, haddini bilen aydın ahlâkım buna hem bilgimin hem hukuksal çözümleme becerimin yeterli olmadığını fısıldıyor. Ben sadece, mahkemelik bir olaydan yola çıkarak demokrasinin yargı, yürütme ve yasama kurumlarını alaşağı etme siyasetinin demokrasiye bir ilerleme katacağı kanısında olmadığımdan eminim.

Muharrem Soyek

19 Nisan 2013 Cuma

Marksist Demokrasi

Marksist sosyal demokrasi olasılığı:
Bir cemaat içinde Marksizm kısmen de olsa uygulanabilir mi acaba? Uygulanabilirse Marksist sosyalistler bunun için birleşip emek vermeli değiller mi? Marksist demokratik sosyalizm ileri demokrasinin ürünü müdür yoksa demokrasiyi ilerleten demokratik bir unsur mudur? Yoksa, hem Marksist hem demokrat hem de sosyalist olunamaz mı?
Olunabilirse aynı zamanda bireysel özgürlükçü de olunabilir; çünkü bu üç kavram da bence kendi içindeki özgürlükçü özellikle önemsenen bir anlam taşımaktadır.

Toplumsal huzur ve bireysel mutluluk için komünist toplum bir önkoşul mudur? Yoksa denetimli serbest rekabet içinde sermaye ve emek gücünü sosyalleştirip çıkar işbirliğine bağlayarak mutlu eden bir demokrasi oluşturulabilir mi? Liberal ve hatta sosyal kapitalizm demokrasi içinde iyi kötü bir varlık gösterebilmektedir. Komünist bir demokrasi elbette olabilir; ancak bu özlenen ileri yani ilerleyen demokrasiyle ne kadar bağdaşır? Ne de olsa komünizm bireysel özgürlükçü takılan yoldaşını saf dışı bırakmak isteyebilir ki, bu da ileri demokrasiyle çelişen bir durum gösterir.
Eğer Marksizm demokrasiyi reddetmiyorsa, ne kadar ilerisini reddetmez? Bireyin toplum yıkıcı olmayan, ancak toplumsal faydaya da hizmet etmeyen özgürlükteki özel yaşam hakkını güvenceye alacak kadar olsun bireyselliği ve mülkiyet hakkını tanır mı? Dinlerin inanç özgürlüğü ve özel sermaye işletim özgürlüğü olacak mı? Olacaksa sınırları hangi özgürlükte kapanacak? Eğer sermaye özel işletimden alınıp devlet işletimi emrine verilecekse patronların yerini müdürler mi alacak?
Marksist sosyal demokrasi kavramı aklıma böyle sorular takınca düşündüm ve sağlama basmaya karar verdim. Bence Marksist sosyal demokratlar bir araya toplaşıp şu anda var olan demokrasinin nimetlerinden faydalanarak düşünce ürünlerini toplumsal somutlukta kısmen de olsa uygulama gerçekliğini sağlamalılar. Siyasi partilerinin aracılığıyla öngördükleri toplumsal ve bireysel var oluş biçimine en olası yakınlıkta somut bir yaşam tarzı sergileyebilmeliler ki ben ikna olayım. Kanımca bugünkü birçok ileri demokrasi Marksist sosyal demokrat düşüncenin özendirici yaşamsallıkta örgütlenip kendisini açık topluma sunmasına itiraz etmeyecektir. Zaten ileri (ilerleyen) demokrasi bir tek kendini yok etme emel ve amacına karşı direnir.

Marksizm bence demokrasiyi ilerletici bir bilgidir; demokrasiye karşıt bir seçenek değildir. Çünkü bildiğim kadarıyla Marksist felsefe sermaye ve devlet hükümranlığını reddeder. Ben sermaye ve devlet yokluğuna katlanabilirim de, bireysel varoluş hükmümün reddine katlanamam doğrusu. Marksist komünist toplum için yaşam emeği vermeyi reddeden bireysel özgürlük hakkım saklı kalmalıdır. Aksi durumda komünizm ne kadar Marksist olabilse de bana yaramaz. Çünkü ben bireysel yaşamımı özel yapabilen demokratik özgürlüğümden vazgeçemem her hâlde. Eğer amaç demokrasiyi sosyalleştirmekse, Marksist felsefenin komünizmi sosyalist demokrasi yapma gayretlerine saygı duyarım.

Aslında her ileri demokrasi kendi özünde sosyalleşme emeli taşımaktadır Demokrasiyi ilerletme amacı bence sosyalleşmektir zaten. Ancak, sadece sosyalist demokrasi yetmez bana. Aynı zamanda bireyci bir sosyal demokrasi isterim. Yani, demokrasi hem toplumsal hem bireysel var oluşun özgürlük ihtiyaçlarına göre yapılandırıldıkça ilerler. Ya da, demokrasi bireysel ve toplumsal var oluşun özgürlük ihtiyaçlarını karşılayabildiği kadar ileridir.

Geçmeli işçi sınıfının iktidarını; çünkü benim demokrasim toplumsal sınıf üstünlüğünü reddeder. Sınıfların ve halkların kardeşliğinden daha ileri bakıp,“yaşasın insan kardeşliği” demeliyiz. Demokrasi bireysel özgürlük güvencesiyle sosyalleşip sermaye ve emek işbirliğiyle ilerledikçe, birlikte ve demokratik haklara saygılı yaşamak da kolaylaşacaktır... Bazılarının acelesi olabilir. Devrimle komünizme geçmek isteyebilirler. Eğer bunu siyasallaştırılmış Marksist felsefe ile yapabileceklerse buyursunlar ileri demokrasi nimetlerinden faydalansınlar. Eğer bir an önce insan ve insan toplumunu özgürleştireceği sanısıyla komünist toplum yapılanmasına geçmek için demokrasiyi devirmekle devrimlerini başlatacaklarsa ben yokum.

Aslında, Marx’ın teorik toplamının gerçek “sert çekirdeği” insanın özgürleşmesi teorisidir.  Marx’ta insanın özgürleşmesi  “her bireyin özgür gelişimi” şeklinde  sağlam bir temel üzerine  yerleştirilmiş olur ve karşıtların tam iş birliği sağlanır. Bu birlikten meydana gelen topluluk, insanların bir sınıfın, inancın, kültürün veya bir başka tür aidiyetin parçası/üyesi olma koşuluyla katıldıkları “çarpık/yanıltıcı bir özgür topluluk” değil, uygulanabilir bireysel özgürlük kapasiteleriyle insanların bizzat kendileri olarak katılmalarıyla “özgürlüğü gerçek olmuş bir topluluk” olacaktır; başka bir deyişle “özgür insanların topluluğu” olacaktır.

Bense, bireyin ve insan toplumlarının özgürce kendi mutluluklarını yapabilecekleri gerçeklikte bir toplum yapısı zaten ileri demokrasinin amaç edindiği bir aşamadır diyorum. Ben ilerletilen demokrasiyle aynı amaca varmayı yeğliyorum; çünkü onun ilerleyen somutluğunu hissedebiliyorum. Demokrasi en aykırı tek bireyin bile çevresine zararsız var oluş özgürlüğünü en yığınsal toplum özgürlüğüne yedirmeyecek kadar cesur olduğunda, özgür insanlar toplumu gerçekleşmiş olacaktır. Demokrasinin cesareti elbette ki onun kurumsal yapılarını işlevli kılan bireylerin tavrıyla belirlenir. Amaçlanan “mutlu demokrasi” aşamasına Marksistler “komünizm” diyebilirler; bence sakıncası yoktur. Sakıncalı bulduğum şey demokrasinin bir ürünü olarak komünizmin gerçekleşmesi değil; komünizmin tepeden atma devrimlenerek toplum üstüne çöreklenmesini sakıncalı bulurum…
Doğrusu zamanın şimdiki geçiş mekânında, demokrasi deyince ben herhangi seçimli bir toplum yönetiminden söz edemem. “Proletarya diktatörlüğü de tıpkı burjuva diktatörlüğü ve kapitalizm gibi demokrasi ile çatışmaz pek âla uylaşır” demek, bana anlamsız gelmekte. ABD, İran ve Çin’de demokrasi vardır diye demokrasi kötü örneklenemez. Buralardaki demokrasi dogmalaşmış demokrasidir; genelde bir ideolojiye bağlı tek partili seçimlerle iktidar belirlenir; ya da sermaye gücünün yönlendirdiği sözde çok partili elemeli seçimlerle belirlenen başkan ve parlamento yönetimleridir. Bize ileri, yani insanlığı ilerleten demokrasi gerek. Serbest siyasetin, özgür düşünce ve inancın uygulanabilir olduğu, bireyci olduğu kadar toplumsal faydacı olabilen ileri demokrasi evresi bence başlamıştır artık.

Diktatörlüğün hiçbir biçimi, proletarya olsa bile, ileri demokrasi ile bağdaşmaz. Ben bağdaştıramadım. Çünkü diktatörlüğün misyonu her koşulda yalnızca kendini otorite yapmaktır; oysa ileri demokrasi iktidarla birlikte özerk toplumsal kurumların ve tek tek bireylerin hukuksal otoritelerini muhatap alır ve onların özgürlük alanlarını genişletirken uygulanabilirliğini sağlamayı da kendine görev edinir.

Sonlama sözüm: Sosyalistler, komünistler, anarşistler, Marksistler, dinliler dinsizler ve hatta dinciler açık toplumda yapılan/yapılacak demokratik seçimlerle demokrasi içinde kalmak koşuluyla iktidar olma umutlarını yitirdiklerinde, demokrasi tehlike altında demektir...

Muharrem Soyek