19 Nisan 2013 Cuma

Marksist Demokrasi

Marksist sosyal demokrasi olasılığı:
Bir cemaat içinde Marksizm kısmen de olsa uygulanabilir mi acaba? Uygulanabilirse Marksist sosyalistler bunun için birleşip emek vermeli değiller mi? Marksist demokratik sosyalizm ileri demokrasinin ürünü müdür yoksa demokrasiyi ilerleten demokratik bir unsur mudur? Yoksa, hem Marksist hem demokrat hem de sosyalist olunamaz mı?
Olunabilirse aynı zamanda bireysel özgürlükçü de olunabilir; çünkü bu üç kavram da bence kendi içindeki özgürlükçü özellikle önemsenen bir anlam taşımaktadır.

Toplumsal huzur ve bireysel mutluluk için komünist toplum bir önkoşul mudur? Yoksa denetimli serbest rekabet içinde sermaye ve emek gücünü sosyalleştirip çıkar işbirliğine bağlayarak mutlu eden bir demokrasi oluşturulabilir mi? Liberal ve hatta sosyal kapitalizm demokrasi içinde iyi kötü bir varlık gösterebilmektedir. Komünist bir demokrasi elbette olabilir; ancak bu özlenen ileri yani ilerleyen demokrasiyle ne kadar bağdaşır? Ne de olsa komünizm bireysel özgürlükçü takılan yoldaşını saf dışı bırakmak isteyebilir ki, bu da ileri demokrasiyle çelişen bir durum gösterir.
Eğer Marksizm demokrasiyi reddetmiyorsa, ne kadar ilerisini reddetmez? Bireyin toplum yıkıcı olmayan, ancak toplumsal faydaya da hizmet etmeyen özgürlükteki özel yaşam hakkını güvenceye alacak kadar olsun bireyselliği ve mülkiyet hakkını tanır mı? Dinlerin inanç özgürlüğü ve özel sermaye işletim özgürlüğü olacak mı? Olacaksa sınırları hangi özgürlükte kapanacak? Eğer sermaye özel işletimden alınıp devlet işletimi emrine verilecekse patronların yerini müdürler mi alacak?
Marksist sosyal demokrasi kavramı aklıma böyle sorular takınca düşündüm ve sağlama basmaya karar verdim. Bence Marksist sosyal demokratlar bir araya toplaşıp şu anda var olan demokrasinin nimetlerinden faydalanarak düşünce ürünlerini toplumsal somutlukta kısmen de olsa uygulama gerçekliğini sağlamalılar. Siyasi partilerinin aracılığıyla öngördükleri toplumsal ve bireysel var oluş biçimine en olası yakınlıkta somut bir yaşam tarzı sergileyebilmeliler ki ben ikna olayım. Kanımca bugünkü birçok ileri demokrasi Marksist sosyal demokrat düşüncenin özendirici yaşamsallıkta örgütlenip kendisini açık topluma sunmasına itiraz etmeyecektir. Zaten ileri (ilerleyen) demokrasi bir tek kendini yok etme emel ve amacına karşı direnir.

Marksizm bence demokrasiyi ilerletici bir bilgidir; demokrasiye karşıt bir seçenek değildir. Çünkü bildiğim kadarıyla Marksist felsefe sermaye ve devlet hükümranlığını reddeder. Ben sermaye ve devlet yokluğuna katlanabilirim de, bireysel varoluş hükmümün reddine katlanamam doğrusu. Marksist komünist toplum için yaşam emeği vermeyi reddeden bireysel özgürlük hakkım saklı kalmalıdır. Aksi durumda komünizm ne kadar Marksist olabilse de bana yaramaz. Çünkü ben bireysel yaşamımı özel yapabilen demokratik özgürlüğümden vazgeçemem her hâlde. Eğer amaç demokrasiyi sosyalleştirmekse, Marksist felsefenin komünizmi sosyalist demokrasi yapma gayretlerine saygı duyarım.

Aslında her ileri demokrasi kendi özünde sosyalleşme emeli taşımaktadır Demokrasiyi ilerletme amacı bence sosyalleşmektir zaten. Ancak, sadece sosyalist demokrasi yetmez bana. Aynı zamanda bireyci bir sosyal demokrasi isterim. Yani, demokrasi hem toplumsal hem bireysel var oluşun özgürlük ihtiyaçlarına göre yapılandırıldıkça ilerler. Ya da, demokrasi bireysel ve toplumsal var oluşun özgürlük ihtiyaçlarını karşılayabildiği kadar ileridir.

Geçmeli işçi sınıfının iktidarını; çünkü benim demokrasim toplumsal sınıf üstünlüğünü reddeder. Sınıfların ve halkların kardeşliğinden daha ileri bakıp,“yaşasın insan kardeşliği” demeliyiz. Demokrasi bireysel özgürlük güvencesiyle sosyalleşip sermaye ve emek işbirliğiyle ilerledikçe, birlikte ve demokratik haklara saygılı yaşamak da kolaylaşacaktır... Bazılarının acelesi olabilir. Devrimle komünizme geçmek isteyebilirler. Eğer bunu siyasallaştırılmış Marksist felsefe ile yapabileceklerse buyursunlar ileri demokrasi nimetlerinden faydalansınlar. Eğer bir an önce insan ve insan toplumunu özgürleştireceği sanısıyla komünist toplum yapılanmasına geçmek için demokrasiyi devirmekle devrimlerini başlatacaklarsa ben yokum.

Aslında, Marx’ın teorik toplamının gerçek “sert çekirdeği” insanın özgürleşmesi teorisidir.  Marx’ta insanın özgürleşmesi  “her bireyin özgür gelişimi” şeklinde  sağlam bir temel üzerine  yerleştirilmiş olur ve karşıtların tam iş birliği sağlanır. Bu birlikten meydana gelen topluluk, insanların bir sınıfın, inancın, kültürün veya bir başka tür aidiyetin parçası/üyesi olma koşuluyla katıldıkları “çarpık/yanıltıcı bir özgür topluluk” değil, uygulanabilir bireysel özgürlük kapasiteleriyle insanların bizzat kendileri olarak katılmalarıyla “özgürlüğü gerçek olmuş bir topluluk” olacaktır; başka bir deyişle “özgür insanların topluluğu” olacaktır.

Bense, bireyin ve insan toplumlarının özgürce kendi mutluluklarını yapabilecekleri gerçeklikte bir toplum yapısı zaten ileri demokrasinin amaç edindiği bir aşamadır diyorum. Ben ilerletilen demokrasiyle aynı amaca varmayı yeğliyorum; çünkü onun ilerleyen somutluğunu hissedebiliyorum. Demokrasi en aykırı tek bireyin bile çevresine zararsız var oluş özgürlüğünü en yığınsal toplum özgürlüğüne yedirmeyecek kadar cesur olduğunda, özgür insanlar toplumu gerçekleşmiş olacaktır. Demokrasinin cesareti elbette ki onun kurumsal yapılarını işlevli kılan bireylerin tavrıyla belirlenir. Amaçlanan “mutlu demokrasi” aşamasına Marksistler “komünizm” diyebilirler; bence sakıncası yoktur. Sakıncalı bulduğum şey demokrasinin bir ürünü olarak komünizmin gerçekleşmesi değil; komünizmin tepeden atma devrimlenerek toplum üstüne çöreklenmesini sakıncalı bulurum…
Doğrusu zamanın şimdiki geçiş mekânında, demokrasi deyince ben herhangi seçimli bir toplum yönetiminden söz edemem. “Proletarya diktatörlüğü de tıpkı burjuva diktatörlüğü ve kapitalizm gibi demokrasi ile çatışmaz pek âla uylaşır” demek, bana anlamsız gelmekte. ABD, İran ve Çin’de demokrasi vardır diye demokrasi kötü örneklenemez. Buralardaki demokrasi dogmalaşmış demokrasidir; genelde bir ideolojiye bağlı tek partili seçimlerle iktidar belirlenir; ya da sermaye gücünün yönlendirdiği sözde çok partili elemeli seçimlerle belirlenen başkan ve parlamento yönetimleridir. Bize ileri, yani insanlığı ilerleten demokrasi gerek. Serbest siyasetin, özgür düşünce ve inancın uygulanabilir olduğu, bireyci olduğu kadar toplumsal faydacı olabilen ileri demokrasi evresi bence başlamıştır artık.

Diktatörlüğün hiçbir biçimi, proletarya olsa bile, ileri demokrasi ile bağdaşmaz. Ben bağdaştıramadım. Çünkü diktatörlüğün misyonu her koşulda yalnızca kendini otorite yapmaktır; oysa ileri demokrasi iktidarla birlikte özerk toplumsal kurumların ve tek tek bireylerin hukuksal otoritelerini muhatap alır ve onların özgürlük alanlarını genişletirken uygulanabilirliğini sağlamayı da kendine görev edinir.

Sonlama sözüm: Sosyalistler, komünistler, anarşistler, Marksistler, dinliler dinsizler ve hatta dinciler açık toplumda yapılan/yapılacak demokratik seçimlerle demokrasi içinde kalmak koşuluyla iktidar olma umutlarını yitirdiklerinde, demokrasi tehlike altında demektir...

Muharrem Soyek

Yaşamak bir Ağaç gibi Tek ve Hür ve bir Orman gibi Kardeşçesine


"Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine" demiş şair Nazım Hikmet Ran. Ne kadar reddedilemez güzellikte bir şiirsel arzunun gerçekliği değil mi? Oysa söz konusu arzunun, yani insan, ağaç ve orman benzetimindeki şiirsel gerçekliğin somutlaşmış bilgisi hiç de öyle değildir.

DAVET

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu davet bizim....

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...

Nazım Hikmet
***
Her şeyden önce insan ağaç değildir; ağaç gibi yeryüzünün sabit bir alanına bağlı değildir. İnsanın yaratılıştan hareket özgürlüğü vardır;  benzetmedeki bir ağaç kadar tekil nitelikte olduğu gerçekliği yanında, insanın bedensel varlığının bile bir ağaçtan daha ileri özgürlük talep edeceği de bir gerçektir. Ayrıca, ağaç kendi cinsinden bir başka ağaca muhtaç olmadan tek başına da yaşayabilir. Oysa insan kendine has tekil ve özgür bir varlık olsa bile tek başına insanlık vasfıyla var olamaz. En önemlisi de bir ormanda ağaçlar asla kardeşçe yaşamazlar. Her ağaç ve her bitki güneşten ve topraktan daha çok faydalanmak için var olduğu alanı sırf kendisi kaplamak ister ve büyüyüp çoğalmasını buna göre biçimlemeye uğraşır. Ormanda yüksek rekabet vardır. En köklü, en dallı ve en uzun olabilen en güçlüdür; böylesi genetik davranışla serpilip büyüyen ağacın en geniş varlık alanını mülkiyetine alması doğal varoluş başarısıdır. Bu yüzden bir ulu meşenin altında ikinci bir meşe asla ululuk payesi alacak kadar serpilemez...

Yaşamak, vicdan gibi tek ve hür ve insan gibi sevecen kardeşçesine… diyebilirim demesine de vicdansız ve sevgisiz kardeşlerimi nereye koyayım? Onların var olma hakkı da sanırım doğal varoluş diyalektiğinin aziz bir gerçekliği. Ancak, insan uygarlığı zıtların diyalektik çatışmasına bağlı ve bağımlı da yürüyemez; bu doğal kadere teslimiyet olur. İnsan, doğanın diyalektik gerçekliğini kendi istemleri doğrultusunda bilinçli istençle değiştirme hayalini gerçek yapışı kadar diğer canlılardan farklılaşır. Fark o kadar açık ve özgünce belirgin olmuştur ki, artık insan sadece insanla kıyaslanabilir. Öyle ki, aklı ve kalbi kadar tek ve hür ve insanlık onuru kadar kardeşçesine merhametli paylaşımla yaşamalı insan... Ağaç gibi doğal yazgıya bağımlı bir özgürlük insana asla yetmez. Orman gibi, güçlünün varlığını onurlandıran bir kardeşlik de asla insan uygarlığına örnek tutulamaz.

Ben aslında şiirin dünya gerçekliğinden kopuk noktasına vurgu yapmak istedim; asla şiirin benzetim sanatsallığına eleştiri yapmıyorum... “Orman kanunu” deyişindeki gerçekliğin hakkını vermek istedim. Ormanda insan ahlâkıyla aynılaşan bir kardeşlik (merhametli sevecenlikle paylaşım) ortamı yoktur. Orman canlıları sandığımız kadar türel ve özgür bir ortamda var olmazlar. Ormandaki doğal ekolojik denge, pek sıkı bir rekabet üzere kuruludur; ideal insan toplumuna örnek yapılamaz. Ormanda veya herhangi bir doğal ortamda varoluş yasalarının dayattığı zorunlu içgüdüyle oluşan sürü birlikteliği vardır. İnsan toplumu doğal diyalektik olguyla evrimleşen bu zorunlu birliktelik düzeyini geçmiştir; içgüdüsel zorunlu birliktelikten öteye geçmiştir; artık kendi doğasını tasarımlayabilir, düşünme yeteneğiyle, bilinçli ve özgür bireyler arası işbirlikçi ilişki sistematiğiyle örgütlenmiş bir toplumsal yaşam ortamı kurabilir olmuştur. Yani insan toplumu, doğanın merhametine bağlı bir ağaç ve ormanla kıyaslanamayacak kadar ileri düzeyde bireysel ve toplumsal özgürlük hukukuna bağlı kardeşlik düzeneğine lâyıktır.

Aslında hiçbir şiir gerçeğin yüz aynası değildir; şiir gerçeğin sihirli aynasıdır… Bu yüzden şiirsel gerçeklik aynen somutlaşamaz. Asıl olan şiirin özünde saklı insani dilektir. Bu bakımdan ele alınca, “yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” şiirselliğindeki insani dileğe hiçbir sözüm olamaz; bu dilek, kardeş ağaçların oluşturduğu ormanın sürdürülebilir ekolojik varoluş dengesini, insanın bireysel ve toplumsal varlığı için de arzulamaktadır. Benim bu şahane dizeden duyumsadığım mana böyle olsa da, insan toplumunu ağaç ve ormanla özdeş bir yapılanımdan ileri düzeyde hayal etmek isterim. Çünkü ağaç ve orman kendi gerçekliğini oluşturan koşullara sorgusuz bağımlı olduğundan asla hayallerim kadar hür ve kardeşçe var olamaz. Oysa, insan kendi var oluş koşullarını düzenleyebilir ve oluşturabilir olmasıyla kendi yaşam ortamını tasarlayabilen muhteşem bir candır. Doğal içgüdü, yani “orman kanunu” boyunduruğuyla güçlünün ağa-beyliğinde kardeşçe yaşamaktan ileri geçip, tarihi insanlık bilinci ahlâkıyla hakkaniyet temeline oturtulan iş birliği tasarımıyla oluşturulmuş insan toplumunda en olası bireysel özgürlüğümle takılmak isterim…

Ağaç ve orman ilişkisini kanımca bir nevi birey ve toplum ilişkisi olarak değerlendirebiliriz. Orman, ağacı var eden en güçlü ekolojik nedensel ortamdır. Toplum da insanın kendini birey olarak hissedebileceği en güçlü varlık nedenselidir. Benzerlik kadar farklılık da keskindir. Çünkü hiçbir ağaç ne ormanın farkındadır, ne kendi ormanını kuracak hayaldedir. Oysa insan farkındadır; insan, içinde var olduğu toplumsal sistematiği var eden ve işleten nedenselin kendisi olduğunun bilincindedir. Ağacın ve ormanın varlığı genelde dinamik ve kendiliğinden bütünsel ekolojik dengeler sistemine bağlıdır; insanın bireysel ve toplumsal varlığı emek ve sermayenin iş birliği düzenine bağlıdır. Ben insanların bu bağlam üzere kendi toplumsal dengelerini oluşturduklarını ve bu dengelerde yer yer bireyciliğin veya toplumculuğun ağır bastığını görüyorum. Oysa, var oluş hakkının önceliği ne birey ne toplum içindir. İdeal olan çatışmasız biçimde bireysel ve toplumsal varoluşu sürdürebilecek insanlık dengesini tutturmaktır. Bilmeliyiz ki, şiir insan hayalinin sesidir; hepimiz biliriz ki ağaç ormanda bulur en güzel gerçekliğini. İnsansa hâlâ en güzel gerçekliğini bulacağı uygarlık ormanını tasarlamaktadır... İnsanın ormanı kendi emeğine, ağacınkiyse tamamen doğal kaderine bağlı...

Yaşamak,
Bir tanrı gibi tek ve hür ve insan gibi kardeşçe
Bizim olsun bu haslet, ölmeden yaşanan cennet…

Muharrem Soyek

Zarif Bir Hüzün



Derin bir özlem ısınır gecenin ıssız koynundan
Yıldız titremleriyle pullanan sulara yansıyan
Zarif bir hüzün eğilir beyaz kuğunun boynundan;

Gül dökümlü hayallere ilmek
Kayan yıldıza bağlanan dilek
Zarif bir sevinç yapar hüznümden öpmek…

Muharrem Soyek

9 Nisan 2013 Salı

MUTLULUK RESMİM




Sabahın alası
Güneşin sarısı
Gecenin siyahı
Sabrın anasıyım

Ölüme beyaz
Hayata alaz
Umutta pembe
Toprakta emeğim

Hazırım mutluluğun resmini yapmaya
Fırçamı bandım güneşe düşen yağmura
Ellerimi bekliyorum
Kalbimi giysin diye...

Muharrem Soyek