22 Haziran 2018 Cuma

Goril Koko



En azından birer goril Koko olmadan hiçbirimiz insan olarak öldük diyemeyiz… İyi ve güzel eden eğitimle bireysel varlığımızı ve dolayısıyla toplumsallığımızı uygarlaştırmak olasıdır. Goril Koko bunun deneyim kanıtıdır. Buna rağmen şu da bir gerçektir ki, hepimiz birer Goril Koko olsak bile arzulanan insan uygarlığı kurulmuş olmaz. Koko ne denli insancıl davranır olsa da kendini bilen insanın eline su dökemez…

Goril Koko, hayata sahiplik taslayan ezici egemenlik egosunun insan bilincine uygarlık başarısı olarak yedirildiğini fark etmiş değildi. Paranın ezici gücüne yaslanan egemenlik bilincini henüz fark edip de reddetmediği için, Goril Koko deneyimi insan uygarlığı için tam da insanca bir gelişim örneği yapılamaz. Hepimiz Goril Koko kadar insan olsak bile, kendimizi bilip de evrensel insanlığın ne olması gerektiğini kavrayan bilinçle uygarlık yapamadıkça biz asla tam da insan olmuş sayılmayız. Paranın gücünü kutsayan bir uygarlık bilinciyle biz asla bireysel ve toplumsal huzura varan insanca sürdürülebilir bir insanlık yolu açamayız…

Bireyin nefsine uyarlı ‘sahiplik azgınlığını’ dizginleyecek olansa her şeyden önce işlevselliği demokratik kurumlarla denetlenebilir devlet gücüdür. Daha sonraysa, insanın toplumsal var-oluşuna parasal değer biçmeden rağbet edecek estetik ve erdemli yaşam kültürünün çekim etkisidir. İşte burada eğitim ve görenekle yapılandırılan insan bilinci pek önem kazanır.

Koko kimdir? Koko, gorildir. Öyleyse niye “Koko nedir?” diye sormadım? Çünkü, Koko öğrendiği 2000 kadar işaret dili sözcüğünü anlayabiliyordu; ayrıca 1000 kadar işaret dili sözcüğü kullanarak da bizim eğitimli saydığımız milyonlarca insandan daha insancıl bir anlatıyla konuşabilmekteydi. Koko, 4 Temmuz 1971’de San Francisco Hayvanat Bahçesinde doğdu; 20 Haziran 2018’de öldü.

Doğanın sesi adlı videosunda işaret diliyle şunları demişti: “Doğa sizi izliyor. Ben gorilim. Ben çiçeğim, hayvanım. Ben doğayım. Koko insanı seviyor. Koko dünyayı seviyor. Ama insan aptal. Koko üzgün; Koko ağlıyor. Zaman akıyor. Dünyayı düzelt. Dünyaya yardım et. Acele et! Dünyayı, doğayı koru. Doğa sizi görüyor! Teşekkürler.”
*
(Koko bunları öğrendiği ezber bilgilerden mi alıntıladı, yoksa kendi öz-bilincinin görüsünden bir eleştiri mi yapıyordu, bilemem. Sadece, yaşamsal çevreye çoğumuzdan daha duyarlı bir tespit yaptığı kesindir.) 

Koko’nun ölümünü bakıcısı Dr. Patterson bildirdi. “Koko, işaret dili ile duygularını ne kadar karışık olursa olsun anlatabiliyordu. Espriler ve şakalar yapabiliyordu.” Dr. Patterson onun hakkında bir inceleme yazısı yazarak, bu bilgileri aktardı. 

Koko’nun birçok ünlü arkadaşı vardı. Robin Williams ile arkadaştı. Koko, arkadaşı Robin’in ölümünü duyunca hüzünlenip ağlamıştı. Red Hot Chilli Peppers basçısı Flea ile de arkadaştı. Flea, ona basgitar çalmayı öğretmişti.
*
Şu da bir gerçektir ki, Koko hiçbir zaman insanın en vahşi yüzünü ne görmüş ne bilmiş ne de hayal edebilmiştir. Eğer ki insan uygarlığının vahşetini tam kavrayabilmiş olaydı “Koko insanı seviyor!” demeye yüreği yetmezdi. Zannediyorum yaşama sevincini yitirip yemeden içmeden kesilerek ölmek isterdi. Biz, gene de kendi ürettiğimiz vahşet uygarlığı karşısında pes edip de asla güzel umutlarla yaşamaktan vazgeçmeyelim. Vazgeçmeyelim amma hiç olmazsa Koko kadar insan olarak ölemiyorsak, yaşamanın ne anlamı kalmıştır ki? Eğer, Koko kadar insan gibi ölemeyeceksek, ancak insan uygarlığında yaşayıp ölen sevimli bir hayvan kalırız... Aramızda ne çok insan görünümlü pek sevimli hayvanlar olduğunu bir bileydiniz geleceği parayla satın almaktan derhal vazgeçerdiniz…

Goril Koko eğitimle bu denli insan olmaya yaklaşmışsa insanı da kendini bilmiş bilince erdirecek biçimde eğitip, vicdanlı, düşünceli, merhametli ve sevgili bir ruhla insanlaştırmak olasıdır. Ne de olsa hiçbirimiz doğuştan insan değiliz; doğuşta sadece insana benzeriz. Biz ancak bizi kendini bilmiş bilince erdirecek eğitimle büyütülerek insanlaşırız…

İnsanlığı onurlandıracak bir gelecek tasarımı, haddini ve kendini bilmiş insan bilincine danışmayan hiçbir güce bırakılamaz. İnsan uygarlığının onuru, ancak insan bilincini kendini ve haddini bilmeye vardıracak bir eğitime emanet edilebilir… (Bilincin kendini bilmesi bilimselliği; haddini bilmesi ise bilgiyi insana ve evrensel doğaya saygıyla işleyen erdemli bilimselliğidir…)
*
Muharrem Soyek

21 Haziran 2018 Perşembe

KARAKTER

Düşününce anlaşılıyor. Birini karaktersiz ilan etmek için karaktersizliğin herkesi her koşulda bağlayıcı niteliklerinin belirlenmiş olması gerekiyor. “Yalan dolan; ikili oynayan; bencil; çıkarcı…” sıfatları kişiyi mutlak karaktersiz yapmaya yetmez. Ben kendimi veya sevdiğimi korumak için yalan söyleyebilirim; hatta ikili bile oynayabilirim. Belki de bu yaptığım yüksek karakterdir. Hani, iyiyi ve güzeli korumak adına karaktersiz görünmeyi göze alacak kadar karakterli sayılırım…

Bencillik de bir karakter hakkıdır bana göre; ilişkilerimizde hangimiz bencil değiliz ki? Sevilme beklentisi olmadan kaçımız severiz? Çıkarcılık da öyledir. Hepimiz çıkarımızı gözetiriz. Bence, karakterli karakter başkalarının hakkından yemeden, kişinin kendi çıkarını öncelemesidir… Demem o ki, olumsuz davranışları öznenin kendi özelinde irdelemeden, bilincimde yer etmiş kavram genellemesiyle kimseyi karaktersiz sayamam.

Karakter, kişiyi ayırt edici özellikler bütünüdür. Felsefi anlamdaysa sözlük şöyle der: “Bireyin kendi kendine egemen olmasını, kendi kendisiyle uyum içinde bulunmasını, düşünüş ve hareketlerinde tutarlı kalabilmesini sağlayan özellikler bütünü.” Bu tanım bağlamında, sırf yalan söylemesi kişiyi karaktersiz yapmaz; sadece yalancıdır. Ortaya çıkan yalanını dürüstçe kabullenen biri karakterli bile sayılabilir… Herkese mavi boncuk dağıtması, kişinin gönül hoşlama niyetinden bile olabilir. Gizli kapaklı olmayan bir beklentiyle “karakterli” biçimde birine mavi diğerine kara boncuk da sunabilir… Yeter ki kişi kendini inkârda olmasın; bence karakterli sayılır…

Bu durumda “karaktersiz” sözcüğü de kullanımda anlamsız mı kalıyor? Kalmıyor elbette: Karaktersiz, kendi yaşam biçimine dürüstlük bağıyla egemen olamayan kişidir. Bir bakıma kendini bilmez bir kişiliktir. Yani, dolandırıcı sadece dolandırıcıdır. Foyası ortaya çıktığında masum mağduru oynamaya başlamışsa ve yemin billah tövbeye gelip de gene dolandırıcılık yapıyorsa işte o zaman karaktersizin teki olmuştur. Eğer kişi kendini bilmişse, yürüdüğü yolu kendi seçip gene kendi adımlarıyla ilerliyorsa, o kişi kendi var-oluşuyla tutarlı olmasından dolayı yeteri kadar karakterlidir. Kendi var-oluşuyla tutarlı dürüstlükte kalan herkes karakterlidir… Tersi durumsa karaktersizlik nedeni olur. Kanımca, kişi olduğu gerçekliğini inkâra kalkıştığında karaktersizleşmeye başlıyor… Gene de genel bilinçsel kavramlarımızda karaktersiz nitelemesi bu karakter tanımına pek de aldırmadan, daha çok hoşlanmadığımız kişileri aşağılayıcı bir algı yapmaya yöneliktir.

Kişinin niyet ve eylemde tutarlı ve tutarsız karakteristik yaşantısı onun kişilikli ve kişiliksiz oluşuna da az çok denk gelir. Kişiliksiz nitelemesi de kişilik yokluğunu betimlemez; sadece olumsuzlar. Manada olumluluk algısı oluştursa bile şurası bir gerçek ki ne karakterli ne kişilikli olması kişiyi gerçekten iyi biri yapar. İyi niyete bağlı girişilen eylemdeki kayırmasız vicdan ve adalettir, iyi olmanın başat koşulu… İşine gelen duruma ve adamına göre iyi olan kişi en büyük iyilik madalyasını takıyor olsa bile bence hem karaktersiz hem kişiliksiz sayılır… Muharrem Soyek