Geçmişin bilgisi kadar yaşlı, geleceğin umudu kadar gencim. Bugünse gönül bağlarında gezmekteyim... Öbür blog adreslerim: http://blog.milliyet.com.tr/Sayfam/Blogger/?UyeNo=1511824 https://www.antoloji.com/muharrem-soyek/
8 Kasım 2018 Perşembe
İnsanın kendine tutulu kaderi
3 Kasım 2018 Cumartesi
30 Eylül 2018 Pazar
Kendini Kandırmaca
10 Eylül 2018 Pazartesi
Aşkın Cinsiyet Değeri
9 Eylül 2018 Pazar
Hak Verilmez Alınır
8 Eylül 2018 Cumartesi
Dünya Okuma Günü
10 Ağustos 2018 Cuma
Aşıyı Red Hakkı
Aşı Olmayı Reddetme Hakkı
Aşı yaptırmayı reddetmek özgürlük hakkı sayılır mı?
Türkiye’de 23 bin ailenin çocuğunu bulaşıcı hastalıklara karşı aşılamayı reddettiği saptanmıştır. 2019 yılının ilk dokuz ayında ise kızamık vakaları önceki yılın aynı dönemine kıyasla 5.2 kat artarak 2 bin 666’ya ulaştı.
Ana babanın çocuk üzerindeki iradesi dokunulmaz mıdır? Aşıyı reddetmek çocuğun anası babasının bileceği iştir demek bence çok temel bir insan hakkının gaspına bahane vermektir. Sağlıklı yaşama hakkı vazgeçilemez bir insan hakkı değil midir? Ayrıca, aşıyı reddetmek sadece çocuğun bireysel varlığını ilgilendiren bir durum değildir. Aşısız insan sayısı arttıkça ciddi bir toplum sağlığı sorunu oluşur. Çünkü, aşı genellikle bulaşıcı hastalıklara karşı öngörülmüş koruyucu bir tedbirdir. Nitekim Avrupa’da aşı reddi modasından dolayı şimdiden ölümlü kızamık vakaları görülmeye başlamış bile.
Aşıyı reddetmek bilmişlik kibridir; ya diplomalı cehalettir ya kör kaderciliktir. Hani haddini bilen diplomasız cahil bu konuda bir fikir yürütemediği için iradesini devletçe yürütülen bilimsel toplum sağlığı politikalarına teslim eder. Bu teslimiyeti kırmak içinse bazı aşılarda koruyucu madde olarak domuz yağı kullanıldığı bilgisi yaymakla dini kaygı yaratılmaktadır. Bir diğer korkutma yalanı olarak da bazı aşıların içerdiği alüminyum katkısının alzheimer, yani ‘anlık hafıza’ hastalığına neden olduğu haberi yayılmaktadır. Oysa alzaymır ile alüminyum fazlalığı arasındaki doğrudan veya dolaylı bağlantıya bilimsel kesinlik kazandırılmış bile değildir. Ola ki bir bağlantı olsa bile aşının içerdiği alüminyum miktarıyla olmadığı kesindir. Olaydı ortalık gencecik alzaymır hastalarından geçilmezdi. Bir çocuğun 1 yaşına gelene kadar yapılan bütün aşılardan aldığı toplam alüminyum miktarı, BİR adet derin deniz balığında (levrekte, barbunda) bulunan alüminyumdan çok daha azdır.
Diyelim ki ben çocuğuma aşı yaptırmayı reddettim. Çocuğum kızamıktan ölürse ben hukuken ne kadar sorumlu olurum? Hukuk sorumsuz bulursa hangi vicdan bu hükmü onaylar?
“Ben aşı yaptırmam!” demek de bir özgürlüktür elbet; ancak bu özgürlük koşulludur. Aşı yaptırmayan toplumsal ilişkilerini de dondurmalıdır; en azından salgın geçinceye kadar... Hani bulaşıcı olmayan hastalıklarda neyse de bulaşıcı olanlar için koşulsuz özgürlükle aşıyı reddetme hakkı oluşmaz. Bunun hukuki gerekçelerini ve yaptırımlarını belirleme TBMM görevidir. Hele de şu Covid-19 salgını sırasında ivedi bir görev olmuştur.
Ancak, bireysel iradeyi hepten dışlayan yasakçı bir zihniyetle sunulacak yasal çözüm; aşı karşıtlığını gidermez, tersine daha da güçlendirir. İnsan inançla kaderine sarılmışsa işte onu kendi inanç kaynağı dışındaki hiçbir toplumsal varoluş gücü ikna edemez. Gene de inançsal görüdeki inat bile özgür bırakıldığında kendi tarihsel deneyimleriyle evrilerek bilimsel gerçekliğe tutunmaya başlar. Bu yüzden ceza yaptırımlı zorunlu toplumsal aşılamayı uygun bulmam. Sadece, salgın hastalık aşılarını yaptırmayanlara, en azından salgın nedeni giderilinceye kadar bazı toplumsal yaşam kısıtları getirilmelidir.
6 Ağustos 2018 Pazartesi
2 Ağustos 2018 Perşembe
Eko İnsan
Ben insanın doğa ile uyumlu çevreci
bilinçle var olmasını sadece yeşil ve temiz bir çevrede yaşama arzumdan dolayı
değil; ayrıca, dünyanın yokluğunda bile insan uygarlığının sürdürülebilir
yapılmasına yeterli zaman kalması için önemsiyorum. Şöyle ki, her şeyin zaten
bir sonu var; ölümün bile… Yani, biz zaten dünyanın kendini yenileyici devinim
sistemini sonsuza kadar koruyamayız. Bence böyle bir sonsuzluk, doğanın
evrimsel gerçekliğine de aykırı olurdu. Ne var ki, ‘dünya doğasının nasılsa
sonu gelecek’ boş vermişliğine kaptırıp doğal varoluş dengesine salacağımız
uygarlık kirleri, zorlamalı bir erken bozulma nedeni olabilir. Henüz uzaysal
yaşam uygarlığına geçmediğimizden dolayı bu bozulma bizim sonumuzu bile getirebilir.
Daha Dünya’nın sonu gelmeden biz kendi sonumuzu getirmiş oluruz. İnsanlığı
Dünya yok oluncaya kadar sürdürmek, ancak doğanın varoluş devinimini
kollamayı kendine görev sayan küresel insan uygarlığıyla olasıdır. Varlığımızı
sürdürsek bile pek mutlu olamayız… Eko-insan bu uygarlığı hem talep eden
hem de yaşantısını doğanın varoluş devinimini bozmayacak biçimde düzenlemeye
uğraşan insandır.
Dünya doğasının kendi varoluş evrimi içinde doğal yok oluşundan önce, umarım insan uygarlığı evrende bir yerde var olabilmek için yapay yaşam doğasını üretmeyi başarmış olur. Bir gün gelecek dünyayı terk etmek zorunda kalacağız; işte o gün geldiğinde insan başka dünyalarda, hatta uzay gemilerinde yaşamını sürdürmeye yeterli ortamı yaratabilecek bilgi ve beceriye sahip olarak dünyayı terk edebilmelidir. Eh, bu bilgi ve beceriyi de ister istemez dünya üzerindeki doğadan öğrenerek edinmek zorundayız. Bilgisine ve nimetlerine henüz bağımlı olduğumuz doğayı kendi elimizle yok etmek tam bir budalalık olur. Ancak, sadece ulusal çapta somutlaşan çevre politikaları ulusal çevreyi bile kurtarmaya yetmez. Çünkü dünya doğası bir bütündür ve hiçbir ulusal sınırla parçalanamaz.
Dünya’nın canlılık doğasını hepten yok edecek kadar doğal varoluşu bozabiliriz de! İnsan neslini umursamadan doğayı sömürüp kirletmeye devam edebiliriz… Seçim bizimdir! Böyle bir olasılıkta hayat bizi umursamadan zamanın sabrına sarılıp farklı doğal ortamlar oluşturmaya devam edecektir. Can çivileyici soru, “Hayatın yeni doğasında insana da bir yer olacak mı?” merakımdan geldi... İnsanı hayatın bir mucizesi sayan aklım, aynı mucizenin ikinci kez oluşacağına inanmadı. Zaten tekrarı olası olan hangi şey mucizeden sayılır ki? Endişem bu yüzden sıkıntı basar geleceğin hayaline. Bu nedenle insan uygarlığı, aklın bilimini kendine yol yapıp da varlık nedeni olan dünya doğasını korumayı, uzak geleceğinin sigortası saymalıdır. “Eko-insan” davranışı bu bilinçle anlam kazanır.
Yaşadığımız dünya bizim değerlerimizden başka bir şey değildir. İlk yapmamız gereken şey değerlerimizi gözden geçirmek olmalıdır. En büyük ve pahalıyı, en lüks olanı satın alabildiği için insanın özlük değerinde bir artış olmadığını bilincimize dank ettirmeliyiz…
Deniz Kızılçeç çevirisi; “Marx’ın Ekolojik-İktisat ve Doğa Üzerine Düşünceler” adlı kitabın tanıtım sözcesinden bir alıntı: “Marx’a göre insan, doğadaki güzelliğin yasaları doğrultusunda üretmeyi ve tüketmeyi hedeflemelidir.” Bence, insan uygarlığının onuru olabilmenin en bağlayıcı ipucu budur. Çünkü insanın en yüksek uygarlık ülküsü ancak böyle gerçek olabilir. Çevre koruma ve kollama kavramı insandan bağımsız bir anlam yapmaz. İnsanın her tür varoluş eylemi, doğal çevreyi ya bozucu ya koruyup kollayıcı ya da iyileştirici bir etken oluşturur…