23 Şubat 2019 Cumartesi

Ölüm Hakkı

Ölüm arzusu, hayatın bir sonraki anına geçme umuduna rest çekmektir. Eğer bu bilinçli bir arzuysa saygı duyulmalıdır. Kendini yok etme hakkı, (ötenazi) yasalarla korumaya alınmalıdır. Koşulları belirlenmeli ve hakkını kullanmak isteyene yardımcı olunmalıdır. Ötenazi intihar gibi bir kendinden, yani yaşamdan kaçış değildir. Ölüme bilinçli bir teslimiyettir. İnsanın aklı başında olduğu hâlde sağlık nedeniyle hiçbir zaman özgür varlığıyla yaşamını sürdüremeyeceği bilgisini netleştiren iradesiyle alabileceği intihar kararı da diyebiliriz buna. Ölüm hakkı, engelli olmanın ruhsal çöküntüsüne çare yapılamaz. Bedensel engelden ileri, beynini bile kullanamadan yaşamaya karşı hayattan cesur bir vazgeçiştir. 

İnsan bitki gibi yaşamak istemez; öleceksek de sürünmeden ölelim. Bitkisel yaşama geçme ertesinde veya yaşarken işkence gibi acılara katlanmak zorunda olduğunda insanın aklı başındayken yaptığı seçimiyle kullanılabilir bir hak yapılmalıdır.

Muharrem Soyek 

1 Şubat 2019 Cuma

Yapay Zekâ Egemenliği

Yapay zekanın yirmi-elli yıl içinde yaşamımıza egemen olacağı öngörüsü, çok kimsede hiç de küçümsenmeyecek korku ve tedirginlik yaratmaktadır.

Her şeyden önce, yapay zekânın insan yaşamına egemen olması insanın kendi zekâsını kapatmasıyla ancak olasıdır ki bu da yetmez, aynı zamanda yapay zekânın da insanları kendine kul/köle edebilir gelişkinlikte olması gerekir. İnsan hiçbir güce, Tanrı’ya bile hepten kul/köle olmamışken yapay zekânın bunu yapabileceği kanısı bence insanın hayal gücünün kurguladığı bir gelecek efsanesinden ibarettir.

Burada Tanrı’nın gücünü küçümsediğim sanısıyla, “Tanrı’yı karıştırma!” diyenleri duyar gibiyim. Allah aşkına, Cennet’te bile Tanrı yasağına uymayan insan iradesi değil miydi? Neden böyleydi? Çünkü, Tanrı insanı o denli özgür iradeyle var olacak nitelikte yaratmıştı. Şimdi insan kalkıp da kendi tasarımı bir yapay zekânın egemenliğinde yaşamaya razı olursa Tanrı kahrolmaz mı? Sırf bu yüzden, adına şanına yakışır biçimde Tanrı da insanı kahretmez mi?

* “Düşüncenin düşüncesi Tanrı’nın düşüncesidir.” Aristoteles) Yapay zekâ da gereğinden fazla düşüncenin düşüncesi olup tanrılaşırsa vay hâlimize! Tanrılaşıp da her işimize karışmaya başlayan yapay zekâ, insanın aklını ve emeğini kulu kölesi yaparken ezelden beri var saydığımız hiçbir tanrı kılını bile kıpırdatmayacaktır… Çünkü insan ta yaradılıştan tanrısına en yakın özgür istem ve istençle kendi yazgısını belirlemek üzere tasarlanmış bir candır…

Aslında gelecek endişesini doğrudan yapay zekânın kendisiyle ilişkilendirmek de pek doğru değil. Çünkü, gelecek endişesi gerçekte insan zekâsının yapay zekâyı işletim niyetiyle ilişkilidir. Yapay zekâ, insan zekâsından bağımsız kalarak geleceği asla insana rağmen insana karşı bir oluşumla tasarlayamaz. Yapay zekâ dediğimiz şeyin insandaki zekâya eşdeğer bir olgu olmadığı ve bence olamayacağı açıktır. Nedeniyse, yapay zekâ ne kadar gelişkin bilgi kullanma yeteneği sergilese de insan gibi kendini bilir bir bilinç oluşturamayacaktır. Oluşturamaz, çünkü yapay zekâ işlevselliğinin fişi her zaman insanın elinde olacaktır. Gene de enerji üretimi ve dağıtımıyla birlikte, güvenlik ve savunma işlerini de hepten kendi kendine düşünüp tasarlayan robotlara teslim ettiğimiz yerde, yapay zekânın insan zekâsına tehdit oluşturacağını hayal edebiliyorum. Biz de o kadar salak olmayalım, di mi yani?

Bence, yapay zekâdan değil de asıl insan zekâsından endişe etmeliyiz. Neden denirse, tıpkı şeytanın kendisini insanın dışında sandırması gibi, insan zekâsı da yapay zekânın insandan bağımsız işlediğini sandırabilir. Hatta bazı üst düzey insan zekâları yapay zekâ egemenliğinde yaşamayı bir uygarlık övüncü olarak da yutturabilir. Uygarlık değerlerini ve koşullarını belirleyen paranın efendileri ve onların güdümündeki devlet yöneticilerinin yapay zekâdan beklentileri neyse, insanlar da yapay zekâ egemenliğine o kadar boyun eğen modernite kölesi yapılabilir…

Benim asıl endişem, insanların ‘yapay zekâ’ ile yaşarken iyice düşünme tembeli olmuş biyolojik robotlara dönüşme olasılıklarıdır. Toplumu yönetme gücünü elinde tutanların, düşünme tembeli insanları yapay zekâ ürünlerine bağımlı kılarak kendi çıkarları doğrultusunda yönetip yönlendirme olasılığı hep olacaktır. Ancak, bu tehlikeli olasılık yapay zekânın doğrudan kendisine bağlı olmayıp, insan zekâsının yapay zekâyı işletim niyetine bağlıdır.

Anlaşılan o ki, geleceğe uyarlanmış yüksek insanlık nitelikleriyle donanımlı bir yaşam biçiminde yapay zekâ epeyce olumlu bir yer tutacak. Gene de yapay zekâ uygarlığının insan hinliğinden dolayı olası sakıncalarının önünü şimdiden kesmeliyiz. Bu önlem de en ileri özgürlük içinde, bireyin çağdaş var-oluş gereksinimlerini güvenceye alan demokrasi ve mutlaka düşündürmeyi kendine en öncelikli görev edinmiş bilimsel eğitimle ancak olasıdır.

Yapay zekânın ana kumanda fişi her zaman insan bilincinin zekâ işletimine bağlı kalmalıdır… Yani, yapay zekâ anca benim irademe bağlı zekâ üretecimle işlevsel olabilmelidir… Yapay zekâyı insanlığı kurtarıcı ya da bir insanlık öcüsü görmekse düşünme ve düşündürme eylemini angarya sayan bir zekâ tembelliğidir. Bizi bizden başkası ağlatamaz da güldüremez de… İnsan insanın hem belası hem şifasıdır; bilincin iman görüsünde her ne kadar Allah’tan varsayılsa da hayır ve şer sadece ve her zaman insan elinden çıkar

Salt maddesel tasarımlı ruhsuz yapısıyla, yani kendi varoluşunu duyumsama ve kendinden üretme yetisi olmayan yapay zekâ aygıtı, insanlığa asla doğrudan tehdit oluşturamaz. Tehdit, yapay zekâyı kullanan insandan gelir. Ola ki gün gelir de biyolojik işlemcili, yani bir tür biyo-teknik beyinli insan benzeri yapay zekâ aygıtları üretiriz, işte o zaman kendi varlığımıza ortak yaratmış oluruz. Bakın, işte o biyo-teknik yapay zekâlı insansı robotların zamanla kendilerini bilip de kendi bilinçlerini ve benzerlerini üretmeye başlayarak bize başkaldırma olasılığı bana oldukça mantıklı görünüyor. Mantıklı amma çok da korkunç görünmedi, çünkü o robotlar da artık insan sayılırlar… Belki de bizden daha iyi insan olacaklardır; kim bilir?

Hani evreni yeniden kuracak kadar yetkinleşmiş bile olsa, ruhsuz bir yapay zekâya köle olmaktansa gönül kapısını sevgiyle açan geri zekâlı bir insana uşaklık etmeyi yeğlerim...  Yapay zekâyı gönlü bol ve ruhu aydınlık insanların iyi niyet hizmetine koşanlara da ayrıca şükranlarımı sunarım.

(Muharrem Soyek, Ocak 2018)
***

7 Ocak 2019 Pazartesi

Önyargı masumdur



“Önyargı değildir düşünmeyi yanıltan; önyargıyı son yargı hükmü yapan düşünme niyetidir bozuk olan..." Muharrem Soyek)

* Amerikalı psikolog Gordon Willard Allport diyor ki, “Erken yargılar yeni bilgilerle yüzleşince değişmiyorsa önyargıya dönüşmüş demektir.” (Erken yargı ile önyargı benim bilincimde farklı bir söz kavramı oluşturmadı. Bence erken yargı kendini yalanlayan yeni bilgiyle yüzleştiğinde değişmiyorsa “önyargı” değil artık son yargı hükmü olmuştur. Önyargı yerine, ön kabul, sayıltı, ön bilgi dense de benim bilincimde düşünme eylemini yanıltan ya da doğrulayan bir kavram oluşmaz; çünkü bilirim ki bunların hepsi ancak düşünme eylemim sonunda gerçeklik hükmü yaparlar.

Önyargıdan kurtulmak için özel çabaya gerek yoktur. Önyargım, düşünme eylemim sonunda edindiğim son-yargımla hükümsüz kaldığında zaten kendiliğinden geçersiz olacağı için durduk yerde ondan kurtulmak için çaba harcama gereği duymam. Zaten sakıncalı olan da önyargının kendisi değil, onu son bilgi sanmaya koşullanmış bilince güvenerek düşünmektir. Muharrem Soyek)

2 Ocak 2019 Çarşamba

Halka Hizmet


“Halka hizmet, Hak’ka hizmet!” değil de “Hak’ka hizmet, halka hizmet!” demek mi gerekiyor?

Mana yapıcı bakış açısı aynı olsa da bakışın odak noktasından dolayı mana eyleminin öncelik hedefi farklılaşıyor. Gene de nereden baksak tek parça. Halka hizmet Hak'kın yaratım övüncü olan insanı yüceltici olmasıyla Hak'ka hizmet sayılır. Hak'ka hizmetse daha geniş bir alanı kapsayarak içinde insanın da bulunduğu varoluş ortamını iyileştirme eylemidir. İnancın iman gerçekliğindeyse Hak'kın insan işi hizmete ihtiyacı olduğu düşünülemez. Bu sadece insanın kendini Hak'ka yakınlaştırma eylemiyle Hak'kın rızasını kazanma işidir. İşte bu Hak rızasını en üst düzeyde kazanma işi halka hizmetle oluşur ki tasavvuf görüsünde Hak rızası için yapılan her şey gibi o da Hak'ka hizmet sayılır. Vurgulanmak istenen şey, Halk'a hizmetin Hak rızasını yüksek derecede alacak bir iş olduğudur. "Hak'ka hizmet halka hizmettir!" deyişi aynı kapıya çıksa da çok daha geniş bir hizmet alanı açarak halka hizmetin Hak rızasındaki öncelikli yerini vurgulamıyor.


Gerçekte kimse doğrudan halka hizmet için var olmaz; herkesin hizmeti aslında kendinedir. Özdeyişin kursağında bu mana saklıdır. İşin aslı, halka hizmet ile Hak nezdinde muteber olmaktır. Halka hizmet sadece halkın örgütlü ve kurumsal demokrasi bilinciyle devletten hak ve hukuk eşitliğinde hizmet almayı kendine hak yapmasıyla olasıdır.

Muharrem Soyek

10 Aralık 2018 Pazartesi

Tevfik Uyar: Astroloji bilim açısından bir tehdittir

Burçlara iltifat zekâyı düşürmez; ancak, zekâdan daha önemli olan aklın düşünme eylemini rezil eder. Muharrem Soyek

2 Aralık 2018 Pazar

Bildiğim Bilmediğimdir


* “Bildiğim bir şey varsa o da hiçbir şey bilmediğimdir” demiş Sokrates: 

Hiçbir şey bilmediğinden değil elbet; her bildiği şeyde nice bilinmeyenlerle karşılaştığı için böyle demiştir. Bu özdeyiş, bilimsel felsefenin dokunulmaz yöntem kuralı olmalıdır bence. Kendini tanıma yolunda ilerlemenin ön koşulu önce bildiğini inkâr etmektir. Sana öğretilmiş bilincinle kendini ancak başkalarının sana çaktığı kimlik künyendeki kadarıyla tanıyabilirsin. Bu yüzden, Sokrates’in sözü muazzam bir bilimsel düşünme ilkesidir. Sözün mana özü, ‘Bildiğin hiçbir şeye asla son ve mutlak bilgi inancıyla bağlanma’ diyor. Ben bu özdeyişle tanıştığımdan beri gün gelip de bildiğimin bilemediğim olduğunu görünce hiç şaşırmadım. 

Bildiklerimiz, yeni bildiklerimizin bilinciyle ele alındığında yanlış olabiliyor. “Ne kadar çok bilirsem bilmediklerim daha çok artıyor” demeye de geliyor. İnsan, bildiklerini işlerken önünde açılan bilinmedik bilgi deryasında bildiklerinin “hiçbir şey” kadar azaldığını hissediyor. Biraz felsefe ıkınmasıyla gelse de aynı sözden olumlu bir mana çıkarımı da sezinliyorum: “Bildikçe, çoğalan bilmediklerimi bilmeye daha da yaklaşmış oluyorum” demeye de geliyor. 

Bilincimin iman pusulası yaptığım bu söz bazan kafamı karıştırır. Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğim olabilir mi? Sözün özünü sorguladığımda bildiğim şeyin asla ‘hiçbir şey’ olamayacağını görüyorum. Sadece, bildiklerim bilmediklerimin yanında ‘bir hiç’ kadar önemsiz kalmaktadır. Çok şeyi bilirken bildiğimin her şey kadar çok nice bilinmedik hâlleri olabileceğini de görmüş oluyorum. Yani, Sokrates’in epeyce bir bildiği vardır; ancak bildiklerinin içlerinde bilinmedik nice bilgiler saklı olduğunu sezmesiyle bildiğini de henüz tam bilinmedik varsaymaktadır. Bildiklerinin henüz bilemedikleriyle gerçeklik yapan eytişim (sarmal diyalektik) nedensellerini, salt kendi özlüğünden olma en ilk bilgiden son kıyamet bilgisine varıncaya kadar tümüyle çözümlemiş olmadan, hiçbir şeyi tam bilmiş sayılmayacağından emindir. Görünen o ki her şeyi bilmek de ancak Tanrı’yı tahtından indirip yerine geçmekle olasıdır… 

Burada, “Hiçbir şey bilmeyen bilmediğini bilebilir mi?” sorusu felsefenin mantığını ayıltabilir. Çünkü biliriz ki insan bilinci bilmediklerini sadece bildikleriyle fark edebilir. Yani, gerçekten hiçbir şey bilmeyen, hiçbir şey bilmediğini de bilemez. Zaten sözün ilerisinde Sokrates şöyle diyerek aslında ne çok şey bildiğini de ima etmiştir: “Hiçbir şey bilmediğini anlaman için çok şey öğrenip bilmen gerekiyor.” 

Hayatın kader dümenine asılan insan bilincinin egemenlik gücü, bildiği kadar bilemediğinin de farkında olmasından kaynaklanır. Bu yüzden, eğitimin ana ilkesi öğrenciye bilgiyi ezberletmek değil, düşünüp de bilmediklerini fark ettirecek meraklı bir bilinç edindirmek olmalıdır. 

Sokrates’in bu özdeyişini bilincimize bir kara delik gibi oturtup tüm bildiklerimizi hiçlik çöpünden mi saymalıyız? Elbette hayır! Vurgulanan şey, bildiğimizin hiçbir şey olmasıyla bilginin bilinemezliği değildir. Bilgi öyle çok göreceli doğruluk oluşturabilir ki, insanın hepsini bildiğini iddia edebilmesi için ölümsüz olup kıyamete kadar da yaşamışlığı olması gerekir. Yani, kesin bilinebilir olan ancak ‘hiçbir şeyin ezelden sonsuza kesin ve mutlak olamayacağı’ bilgisidir. Herakleitos’un, ‘Değişimden başka hiçbir şey sonsuz değildir’ sözüne kardeş bu özdeyiş, kesin olan tek doğrunun (hiçbir şeyin mutlak doğruda sabit tutulamayacağı) gerçeği olduğuna vurgu yapıyor. Yanlış anlamış olabilir miyim acaba? Sanmıyorum! Çünkü hâlâ hiçbir şeyi kesin değişmezlikte tutamıyorum… Hâlâ, doğru bildiğim şeyin az sonraya göreli yanlış sayılmayacağından emin değilim…

*Uygarlığın tasarım ve işletiminde, insanlığı yüceltici başarıya ulaştıran bilginin gerçeklik sırrına ermek için, kendini bilmeye eğitimli zekâların azimli ve sabırlı iş birliğinin yerini dünyada hiçbir şey tutamaz…

Muharrem Soyek

8 Kasım 2018 Perşembe

Organ Bağışı


Bireyleri sağlıksız bir toplumun uygarlık düzeyi ne olursa olsun, mutlu yaşam hayali Cennet’e ertelenmiş bir inançtan ibaret kalır. Bu yüzden sözü uzatmadan konuya dalacağım.

Sağlığında aksini istemediyse 21 yaş ve üstü her ölenin organları mirasçılarının izni alınmadan bir başkasına takılabilmeli. Ne de olsa; Tanrı leşleri değil, ruhları sorguya çekiyor. Bence, insanın tıbben beden dokunulmazlığı bedenin canlı oluşundaki irade hükmüyle koşulludur. Ölünün aklı başında iradesi yoktur. Ancak ve ancak kişinin aklı başındaki iradesiyle sunacağı beyanla ölümünden sonra organlarının alınmasına insani engel oluşturulmalı.

Aslında dinsel bakışa göre de diyebilirim ki organlarımız bizim değil Tanrı’nın malıdır. İtiraz bizden değil Tanrı’dan gelmeliydi. Hangi tanrı nimetlerinin iyilik için kullanılmasını istemez ki? Bu gerçek üzere yorumlayınca, ölümden sonra işe yaramaz organımızla Tanrı’nın kullarından birine şifa olunması, nice günahların affına neden olacak büyük sevap olmaz mı? Gene de ahrete organlarıyla birlikte göç etmek isteyen her kimse, 18 yaş üstü herhangi bir zamanda nüfusa uğrayıp kimlik hanesine “organlı gömü” notu düşürtebilir. Mirasçıları razı olsalar bile bu kişilerin organları alınamaz; kişinin yaşarkenki iradi seçimine saygının gereği bu istek mirasçılarını da bağlar. Ancak henüz organlı gömü beyanı yapmamış 18 yaştan büyük 21 yaş altı ve her 18 yaş altı ölülerden mirasçı iradesiyle organ alımı yapılabilir. 18-21 yaş aralığındaki herkese organ bağışı hukukuyla ilgili yılda en az iki kez bilgilendirme mektubu gönderilir. Bilgilenmelerine rağmen, organlı gömü beyanı yapmamış tüm 21 yaş üstü insanlar, öldüklerinde hukuken organ bağışı yapmış irade sayılırlar. Elbette 21 yaşından sonraki herhangi bir yaşında kişi fikrini değiştirip “organlı gömü” seçimi yapabilir.

Kan bağışı da toplumsal bir insani paylaşım görevi yapılmalıdır. 18-60 yaş aralığındaki kan vermek istemediğini beyan etmemiş olan sağlıklı herkesten yılda bir kez ve ihtiyaç hâlindeyse özel davetle aynı yıl ikinci kez kan alınabilmelidir. Kan alımı, davetiye ile yapılmalıdır. Davette, kan vermeye gelemeyenin özür bildirmesi için e-posta ve telefonlar da yer almalıdır. Kan vermek sağlıklı bedene hiçbir zarar vermediği için bence bu işlem kişinin beden dokunulmazlığı ilkesini bozmaz. Tıpkı aşı olmak gibi, kan vermek de toplum sağlığını koruma yöntemidir. Yani, kan vermek bireyin toplumsal varlığının gereği insani hizmet görevi yapılmalıdır. Sağlıklı olduğu hâlde beyanla kan vermek istemediğini bildirenden gerekirse kan vergisi alınmalıdır. Bir gün gelir sentetik kan yaparız da bu tartışma da gereksiz kalır inşallah!

Muharrem Soyek

Adalet

Adalet, kendiliğinden var-oluş eşitsizliğine eşit fırsat ve huzur hakkının mülkiyet onayıdır. İnsan uygarlığını doğal var-oluştan ayrımlayan bir betimlemeyle diyebilirim ki: Adalet doğal evrimin kendini bilmiş bilinç düzeyinin en yüce erdemidir… Muharrem Soyek

İnsanın kendine tutulu kaderi

İnsan kendi dünyasını mahvedebilecek ve aynı zamanda koruyup kollayabilir olan tek canlıdır. Bizi hiçbir din, felsefe ve bilim kurtaramaz; ta ki beynimiz tapınağımız ve ibadetimiz kendini bilmiş bilincin vicdanına secde oluncaya kadar…