Özgürlük,
kimilerine göre düşsel bir gerçekliktir. Bana göreyse koşulları ve sınırları
hem toplumsal uzlaşı gereğince hukuksal ve görgüsel tanım alanlarıyla
belirlenen eylemsel bir varoluş durumudur. Sözcüğün en ‘özgür’ kavramsal
açımı, insanın bireysel ve toplumsal varoluş konumunda herhangi bir kısıtlamaya
bağlı olmaksızın düşünme ve davranma durumudur. Yani, insanın kendi düşünce ve
eylemlerini gene ancak kendisinin başlatıp durdurmaya yetkili irade oluşudur.
Ancak, bu denli özgürlük ülküseldir; sadece mutlak yalnızlıkta var edilebilir.
Böylesi tanrısal bir özgürlük benim merak konum olamıyor elbette; çünkü ben hem
doğal hem insani varoluş koşullarımın elverdiği kadar ve onları
değiştirebildiğim ölçüde ancak özgür olabildiğimi çoktan fark etmiş durumdayım.
Mesele özgürlükse bakılması gereken olgu, zamansal ve yersel görecelikte
varoluş kısıtlarına ne denli zorunlu biçimde bağımlı kalmadan yaşanabilir olduğudur.
Uygarlık
öncesi insan,
sanırım birlikte var olma bağlamında bugünkünden daha özgürdü. Hani bugünkü
kadar maddi ve manevi düğümlerle toplumsal varoluş gereklerine bağlanmış
değildi; öyle hayal ediyorum ki doğanın zorundan başka, ilkel insanı kısıtlayıcı
yaşam olgusu pek yoktu. İnsanlık içre genelleşen özgürlük kavramı, insan
uygarlığının ilerleme ivmesine tutunarak bilinçsel yükselişini sürdürmektedir.
Özgürlük, ancak özgün düşünen ve yaşayan bireylerin başkalarını da harekete
geçirmesiyle toplumsal ve bireysel yaşam ereği olmaya başlamıştır. Gittikçe
artan bir özgürlük talebi oluşmuş ve nihayetinde tüm insanların bireysel
özgürlüğü ‘insan hakları’ başlığı altında yazıya dökülüp BM üyelerince
tanınmıştır.
Kâğıt
üstünde hepimiz özgürüz… Gerçekteyse hepimiz modern varoluş gereklerine bağlı
köleleriz. En sağlam modernite köleliği bağımızsa parasal gücün egemenlik
iradesidir. Hemen peşinden nefsimizi sulandıran tüketim istençlerimiz gelir.
Ruhumuzu avutmak için bağlandığımız inançsal olgular, eğer kuşkuya kapalı
tutulursa onlar da gerçekte birer bilinçsel özgürlük kapanı olurlar. Kapana
kısılan bilinç bilimsel gerçekliği bile inkârda kalabilir. Özgürlük, bir başına
ele alındığı gibi farklı başlıklar altındaki kavram açımlarıyla da pek sık ele
alınır; bunlardan birkaçını irdeleyelim:
İstenç
Özgürlüğü: İnsanın
kendisinden başka bir iradenin izni ve zoru olmadan istemde bulunabilmesidir.
İnsan istenci (iradesi) özgürdür demek, ‘insanın isteksel nedenleri
doğrudan insanın kendisindendir’ demeye gelir. İnsan ancak istemelerinde
özerkse istenci de özgürleşir. İstenç özgürlüğü değerli ve önemlidir. Kanımca
doğuştan hak edilmiş ancak ham bir özgürlüktür. Eğitimle insanileştirilmezse; yani
insan aldığı eğitim gereği bilinçsel farkındalıkla istemlerinin yaşamsal
sorumluluğuna varamıyorsa, istenç özgürlüğü toplumsal bir değer oluşturmaz.
Bireysel
özgürlük: İstenç
özgürlüğü ile sıkı bağlantılıdır. Bir insan istemekte, düşünmekte ve
eylemlerinde özerkse, yani bir başkasının ya da bir şeyin zoruna bağlı
kalmıyorsa bireysel özgürlüktedir. Demek ola ki bireysel özgürlük, insanın
kendi özünden istemle davranmakta etkin kişilik göstermesidir. Bu bağlamda
bireysel özgürlük, kişinin öz varlık gerekçesine uyarlı istenç özgürlüğüyle
ancak oluşur. Yani, kişi ancak bilinçsel-ruhsal-bedensel varoluş etkinliğindeki
istençli duruşu kadar bireysel varlığını özgür kılmış olur.
Toplumsal
özgürlük: Yasaların
koruyuculuğu altında ve yasaların sınırları içinde başkalarının özgürlüğünü
kısıtlamadan hareket edebilme... Toplumsal özgürlük, bireysel özgürlük temeli
üstüne gerekçelenir. İnsanların kişisel istenç özgürlüğüyle belirledikleri ya
da kabullendikleri birlikte yaşama kurallarına topluca uymada uzlaşı içinde
kalmalarıdır. Bir bakıma toplumsal sağduyunun özerkleşmesidir.
Marksçı
görüşte insanın özgürlüğü toplumsallık zoruna bağlı belirlenir. Doğa
yasalarında olduğu gibi toplum yasalarını yürüten de zorunluluktur. (Belki
de özgürlük diye bir şey yoktur da ancak bu zorunlu uyumu gören ve kendisini
zorunluluğa uyarlayandır özgür olanımız. Gene de insanlara duymak
istemediklerini söyleme ve görmek istemediklerini görünür kılma hakkına güvence
yapılan özgürlük olgusu çoktandır uygarlık değeri yapan bilinçsel gerçeğimiz
olmuştur.)
Ayn Rand: “Özgür toplumu savunmak isteyen bir
kimse, özgür toplumun vazgeçilmez temelinin (bireysel özgürlük gereği
oluşturulan) birey hakları ilkesi olduğunu bilmelidir. Birey haklarını
koruyup kollamak isteyen bir kimse, kapitalizmin bunun için en uygun tek sistem
olduğunu da anlamalıdır.”) (Bence, öyle değildir. Asıl olan kapitalizm değil,
laiklik ilkesine bağlı ve evrensel insan hakları gereğince özgürlükçü hukuk
temelli demokrasidir.)
*Özgürlük,
felsefede birçok açıdan konu edilip tanımlanmaya çalışılır:
Bağlı ve
bağımlı olmama… Kendi dışından etkilenmemiş olma… Engellenmemiş ve zorlanmamış
olma… İnsanın salt kendi istencine ve bilincine dayanan seçkisiyle karar
vermesi… İnsanın kendi istenciyle isteyip eyleme geçebilmesi… İnsanın
engellenmeden kendine ve kendi dışındaki olgulara etki yapabilmesi… Felsefe
yapanlar, özgürlük üstüne böylesi ülküsel tanımlarıyla birlikte, özgürlüğün
insan toplumunda hepten sorumsuz ve koşulsuz bırakıldığında kendisini yok
edeceğine ilişkin görüşte genellikle birleşirler.
Düşünme
özgürlüğü: İnsanın
bilinçsel farkındalıkla bilgiyi sorgulama özerkliği kazanmış olmasıdır.
Düşündürücü eğitimle elde edilmesi kolaylaşır. Her türlü bilinçsel ve ruhsal
baskıdan, özellikle dinsel inançlardan ve geleneksel davranış gereklerinden
bağımsız kuşkuyla hayatı sorgulama eylemidir. Düşünmek beyinsel bir eylemdir;
beynin dışına salınmadıkça kişinin bilinçsel önyargı hükmünden başka hiçbir
şeyle bağlanıp engellenemez. Bu yüzden derim, düşünmeye istençli bilinç ancak
düşündürmemeyi görev edinmiş eğitimle engellenir… Gene de düşünme özgürlüğünün
gerçekliği ifade biçimiyle görünür edilemiyorsa insan için öyle bir özgürlük
yok hükmündedir. Elbette her beyinsel emeğin ifadesi düşünce içermez. İnsanlar
hatırladıklarını, yani öğrendiklerini ya da öğretileni ifade etmeyi düşünmek
sanırlar. Oysa düşünmek ne hatırlanandan ne öğrenilenden dem vurmaktır.
Düşünmek, bilgiyi ve sorunsalı diğer bilgilerin bilinçsel ışımasında hem
sorgulamak hem yorumlamaktır…
İnanç
özgürlüğü: Bir insanın
kendi inançsal bilincine göre davranabilmesi. Bu özgürlük, yaygın biçimiyle
dinsel inanç ifadeleriyle görünür olur amma herhangi bir dine, hatta inançsal
görgü ve töreye bile bağlı olmamayı da kapsar.
Eylem
özgürlüğü: Kendi
istençli seçim ve tasarımlarına göre davranabilme hak ve gücüdür. İnsanın yaşam
çevresini değiştirme yeteneğini etkinleştirmesidir. Hayvan, yaşam çevresine
uyar; insansa uyumla birlikte çevresini değiştirip ona biçim de verir.
Fiziksel özgürlük: Her türlü dış baskıdan ve engelden
bağımsız fiziksel değişim ve hareket olanağı.
Ruhsal özgürlük: İnsanın kendisini yaratılış
tıynetine ve sonradan edindiği manevi hazlara uyarlı eğilim ve davranışlarıyla
ifade edebilmesidir.
Aktöresel
özgürlük: İyilikte ve
kötülükte kendi kendini bilip denetleme yetkinliği. Yaşam eylemlerindeki iyiden
ve kötüden sorumlu tutulabilmesi için insanın aktöresel özgürlüğü bireysel ve
toplumsal özgürlük temeline oturtulmuş olmalıdır. Aktöresel özgürlüğü sorumlu
tutmaya elzem önkoşul, dışarıdan baskıyı etkisiz kılan; ancak bireysel ve
toplumsal özgürlüğü ölçüsünde kişiyi yükümlü tutan vicdan özgürlüğüdür.
*Bazı
filozoflara göre özgürlük:
Immanuel
Kant: Özgürlük
bir ide’dir. Bu aynı zamanda insan aklının ürettiği ve insanın sahip olduğu bir
olanağa ilişkin düşüncedir. İnsan, yaşamsal istemlerini belirleyebileceği gibi
saf aklın ürünü olan ahlâk yasasını da belirleyebilir. Ve o ahlâk yasası şöyle
demelidir: Öyle var olasın ki, isteğini belirlemede bağlı olduğun ilke aynı
zamanda genel bir yaşamsal yasa olarak geçerli olabilsin.
David Hume: İstemli seçimine göre istençli
eylemde bulunma ya da bulunmama gücüyle var olan özgürdür. İstençli istek
(seçim, tasarım) belirlenmeden, nedensiz biçimde öylesine ve bir
bakıma bilinçsizce eylemde bulunmaya özgürlük diyemeyiz. (Özgürlük, bilinçli
bir eylem ve eylemsizliktir.)
Martin
Heidegger: Doğruluğu
yani hakikati temellendiren özgürlük, varlığa öz gerçekliği olan yokluğuyla var
olmasına olanak vermektir. Bu özgürlük gereği insan, dünyaya atılmış olmasını
ve ölümü, yani kaçınamadığı yaşamsal varlık durumunu üstlenmeye ve kabullenmeye
hazırdır. Bununla birlikte insan geçmişe bakarak gelecekteki olasılıkları
seçmekte de özgürdür.
Jean-Paul
Sartre: Özgürlük,
nesnel bir varoluş olgusu değildir; sadece, insanın varlıksal bir durumudur. O,
insandır ve insanın hem varlık hem yokluk hakkıdır. (Yani, insanın hem
olmaya hem olmamaya ve hem oldurmaya hem oldurmamaya aynı anda erkli ve erkin
oluşudur.)
Karl Jaspers: Varoluşun kendisi bir özgürlüktür
ve bundan dolayı ayrıca özgür bir varoluş tasarımı yapılamaz. Varoluşsal
seçişle kendim olma kararlılığım özgürlük bilincimi oluşturur. (Hiç kuşkusuz
ben kendim için özgürlüğü düşüncede değil var olma olgusunda duyumsayıp
tanırım. Bundan dolayı benim özgürlüğüm, istemlerimle zorunluluk dayatısının
çelişkin bir bireşim tümlüğü olarak ortaya çıkar.)
*Kısacasından vardığım sonuçla gördüm ki, insanın eylemleri hepten özgür
değildir. İnsan her zaman kendi doğasının, öğrendikleriyle ve kendisine
öğretilenlerle pekiştirdiği bilincinin, içinde var olduğu zamansal uygarlığın
ulusal ve küresel modernite gereklerinin, evrensel ve dünyasal konum koşullarının
elverdiği kadar ve ayrıca ruhsal duyum ve bedensel arzularına uyarlı ve uyarsız
istençli seçimlerini ve hayallerine uyarladığı gerçeklik tasarımlarını olası
kılma olanakları ölçüsünde ancak özgür olmaktadır. Özgürlük, bir varoluş
biçimi değildir; istençli biçimde nasıl var olunacağını hem seçme hem tasarlama
hakkını kullanım olanağında tutmaktır... Muharrem Soyek
Bilgilendiğim kaynak: DMY Felsefe sitesi...