Geçmişin bilgisi kadar yaşlı, geleceğin umudu kadar gencim. Bugünse gönül bağlarında gezmekteyim... Öbür blog adreslerim: http://blog.milliyet.com.tr/Sayfam/Blogger/?UyeNo=1511824 https://www.antoloji.com/muharrem-soyek/
27 Temmuz 2018 Cuma
Büyülü Dükkân
26 Temmuz 2018 Perşembe
Ey İnsan!
Bilgeliğin yolları taşlı tozlu ve tuzludur. Hatta tabanlarım ne denli kalın olursa olsun, dikenleri batar bu yolların. Fakat beni ulaştırdığı vahalar bütün acılara değer… “Elde edilmesine çaba gösterilmesi gereken şey, “asıl iyi” olanı (yani hayatın tümlük bilgisine iyi geleni) amaç edinerek bilgiye özenli ve ödün vermez bir araştırmayla ulaşmak ve böylelikle bilginin gerçeğiyle donanmış erdemli bir bilinç ile mutlu yaşamaktır” diyen Sokrates, beni duyduysa kesin alkışlıyordur.
Bildiklerimizin ve sanılarımızın gerçekliği ve ipuçlarıyla düşünerek bilmediğimiz şeyleri araştırmalıyız. Bilinmeyen şeyi bulmanın olanaksız olduğuna, evrenin sırlarını çözme gayretinin tanrısal iradeye isyan olduğuna inanmak ve inandırmak evrensel varoluş bilincini taşlamaktır... Ve onlar bilmezler, aslında Tanrı evrensel varoluşun en yüce bilincidir...
Ey insanlar, ey canlarını başlarını para kazanmaya koyanlar! Boynunuzun borcu olan şeyleri ihmal ettiğinizin farkında değil misiniz? Çocuklarınıza bırakacağınız parasal zenginlik huzurlu bir dünya satın almalarına yetecek mi? Buna aldırdığınız yok; kendi kendinizi de yetiştirmeye pek uğraşmış değilsiniz zaten. Okuma yazma, sanat teknikleri, spor, bilgisayar ve matematikte uzman meslek sahibisiniz; aklınızca yüksek bilinçli oldunuz. Siz sadece, çatışmacı rekabetle yükselen tüketim uygarlığının ihtiyaçlarını gözeten meslekli oldunuz…
Ey insan, tüm öğrendiğin sadece mal mülk edinmek için midir? Erdemli ve mutlu yaşam uygarlığının yeni bir düzen ve eğitim sistematiğiyle kurulabileceğini görmüşken neden bu düzen ve eğitim ortamını sağlayacak bilinci oluşturmaya emek vermezsin de mal mülk tapulamayı uygarlık başarısı yaparsın?
Ey insan! Bu kendini bilmezliğe derhal bir son verecek çarelerin bireysel ve toplumsal alt yapılarını düşünmeye başlamalısın. Kendini bilmeye yükselten erdemli yaşamı gözün kesmiyorsa çocuk sahibi bile olma. Kendini bilmiş bilincin sorgusuyla özeleştiri yapamıyorsan bari ölümün dünyaya bir nimet olsun. Canından ne yapacağını bilmeyen canlardan olma. Gelişigüzel yaşayacaksan geleceğin gelişini rahat bırak.
Ve aslında insanlık tarihi, maddenin eytişim (diyalektik) doğallığı içinde basitçe bir var bir yok oluşun bilincidir. İnsanlık bilincinin toplumsal bir oluş olduğu bilgisinin gerçeğiyle bu bilinç bireysel var oluş gerçekliğinde yeniden yapılandırılmalı; bilimin ve teknolojinin kullanımıyla bireylerle paylaşılmalı ve bireysel bilinç ürünlerinin toplumsal varlık boyutunda demokratik hak tanımı çerçevesinde serbest dolaşımıyla maddenin bilinci artık özgürleştirilmeli...
Ben de artık kendi akıl bakışımı bilincimin kendini bilmesine temel yaparken, başka canların varlık bilgilerini de bilincimin özgürlük nedeni yapmalıyım...
22 Haziran 2018 Cuma
Goril Koko
21 Haziran 2018 Perşembe
KARAKTER
Düşününce
anlaşılıyor. Birini karaktersiz ilan etmek için karaktersizliğin herkesi her
koşulda bağlayıcı niteliklerinin belirlenmiş olması gerekiyor. “Yalan dolan;
ikili oynayan; bencil; çıkarcı…” sıfatları kişiyi mutlak karaktersiz
yapmaya yetmez. Ben kendimi veya sevdiğimi korumak için yalan söyleyebilirim;
hatta ikili bile oynayabilirim. Belki de bu yaptığım yüksek karakterdir. Hani, iyiyi
ve güzeli korumak adına karaktersiz görünmeyi göze alacak kadar karakterli sayılırım…
Bencillik de bir karakter hakkıdır bana göre; ilişkilerimizde hangimiz bencil değiliz ki? Sevilme beklentisi olmadan kaçımız severiz? Çıkarcılık da öyledir. Hepimiz çıkarımızı gözetiriz. Bence, ‘karakterli karakter’ başkalarının hakkından yemeden, kişinin kendi çıkarını öncelemesidir… Demem o ki, olumsuz davranışları öznenin kendi özelinde irdelemeden, bilincimde yer etmiş kavram genellemesiyle kimseyi karaktersiz sayamam.
Karakter, kişiyi ayırt edici özellikler bütünüdür. Felsefi anlamdaysa sözlük şöyle der: “Bireyin kendi kendine egemen olmasını, kendi kendisiyle uyum içinde bulunmasını, düşünüş ve hareketlerinde tutarlı kalabilmesini sağlayan özellikler bütünü.” Bu tanım bağlamında, sırf yalan söylemesi kişiyi karaktersiz yapmaz; sadece yalancıdır. Ortaya çıkan yalanını dürüstçe kabullenen biri karakterli bile sayılabilir… Herkese mavi boncuk dağıtması, kişinin gönül hoşlama niyetinden bile olabilir. Gizli kapaklı olmayan bir beklentiyle “karakterli” biçimde birine mavi diğerine kara boncuk da sunabilir… Yeter ki kişi kendini inkârda olmasın; bence karakterli sayılır…
Bu durumda “karaktersiz” sözcüğü de kullanımda anlamsız mı kalıyor? Kalmıyor elbette: Karaktersiz, kendi yaşam biçimine dürüstlük bağıyla egemen olamayan kişidir. Bir bakıma kendini bilmez bir kişiliktir. Yani, dolandırıcı sadece dolandırıcıdır. Foyası ortaya çıktığında masum mağduru oynamaya başlamışsa ve yemin billah tövbeye gelip de gene dolandırıcılık yapıyorsa işte o zaman karaktersizin teki olmuştur. Eğer kişi kendini bilmişse, yürüdüğü yolu kendi seçip gene kendi adımlarıyla ilerliyorsa, o kişi kendi var-oluşuyla tutarlı olmasından dolayı yeteri kadar karakterlidir. Kendi var-oluşuyla tutarlı dürüstlükte kalan herkes karakterlidir… Tersi durumsa karaktersizlik nedeni olur. Kanımca, kişi olduğu gerçekliğini inkâra kalkıştığında karaktersizleşmeye başlıyor… Gene de genel bilinçsel kavramlarımızda karaktersiz nitelemesi bu karakter tanımına pek de aldırmadan, daha çok hoşlanmadığımız kişileri aşağılayıcı bir algı yapmaya yöneliktir.
Kişinin niyet ve eylemde tutarlı ve tutarsız karakteristik yaşantısı onun kişilikli ve kişiliksiz oluşuna da az çok denk gelir. Kişiliksiz nitelemesi de kişilik yokluğunu betimlemez; sadece olumsuzlar. Manada olumluluk algısı oluştursa bile şurası bir gerçek ki ne karakterli ne kişilikli olması kişiyi gerçekten iyi biri yapar. İyi niyete bağlı girişilen eylemdeki kayırmasız vicdan ve adalettir, iyi olmanın başat koşulu… İşine gelen duruma ve adamına göre iyi olan kişi en büyük iyilik madalyasını takıyor olsa bile bence hem karaktersiz hem kişiliksiz sayılır… Muharrem Soyek
20 Mayıs 2018 Pazar
Dost Bildiğin
2 Mayıs 2018 Çarşamba
Hayatı Güzel Eden Birkaç İpucu
19 Mart 2018 Pazartesi
Stephen Hawking, bu sabah (14 Mart 2018) 76 yaşında öldü. Günümüzün en büyük bilim insanı olarak kabul edilen ünlü fizik profesörü, kara delikler, uzay bilimi ve kuantum fiziği alanındaki çalışmalarıyla ünlendi.
Allah rahmet eylesin; ruhu evren dervişi olsun...
STEPHEN HAWKİNG KİMDİR?
"Stephen William Hawking, 8 Ocak 1942'de Oxford'da doğdu. Biyolog olan babası, annesiyle birlikte Almanya'da bombardımanlardan kaçıp Londra'ya taşınmıştı.
Hawking Londra'da ve St. Albans'da büyüdü. Oxford Üniversitesi'ni birincilikle bitirip Cambridge Üniversitesi'nde kozmoloji (evren bilimi) doktorası yaptı.
Gençliğinde at biniyor, kürek sporuyla ilgileniyordu. Ama Cambridge'teyken motor nöron hastalığı teşhisi kondu ve vücudunun işlevini neredeyse tamamen yitirdi"
*
'İNSANLIĞIN DÜNYAYI TERK ETMESİ LAZIM'
Son olarak geçen yıl yaz mevsiminde Norveç’teki bir festivalde konuşan bilim adamı, “İnsanlığın Dünya'yı terk etmesi gerektiğine inanıyorum” demiş.
"Hawking’e göre uzay programlarında öncü olan ülkeler astronotlarını 2020 yılına kadar yeniden Ay'a göndermeli. İklim değişikliği gibi sorunlardan ancak başka dünyaların keşfiyle kurtulunabilcieceğini belirten İngiliz bilim adamı, önümüzdeki 10 yıl içinde Mars'a gidilmesi, 30 yıl içinde de Ay'a bir uzay üssü kurulması için çağrı yapmıştı."
Hawking sözlerini, "En iyisini umuyorum. Başka çaremiz yok" diyerek sonlandırmıştı.
***
Ben de öyle düşünüyorum. Ancak iklim değişikliği ve yaşam kaynakları sorununa çözüm olur diye değil; o sorunların üstesinden gelebiliriz. Gerekçede aynı düşünmesek bile ben de insanın dünyayı terk etmesinin kendisi için hayırlı olacağı kanısındayım. Ancak bu terk edişte paranın gücüne dayalı çekişmeci uygarlık bilincini de dünyada bırakmalıdır. İçinde ırkçılık, dincilik, milliyetçilik, bencillik, evlilik, zenginlik ve fakirlik olmayan, kısacası sadece insancı olan bir uygarlık tasarımıyla dünyayı terk etmeliyiz...
Yeni bir barışçıl ve işbirlikçi yaşam düzeni temelinde yükselmeyen uygarlık tasarımı yapmadan dünyayı terk etmek cehenneme gönüllü gitmekten farksız olur...
19 Şubat 2018 Pazartesi
İdam Ceza Değildir
İdam yerine suçluyu yaşadığına kahrettiren hücre hapsi cezanın çilesini çektirmesi bakımından bence daha adildir. Hücre cezasına hem yaş hem de süre koşulu konmalıdır. En az çekeri 10 yıl olmak üzere 60 yaş sınırına kadar hücre hapsi verilebilir. 10 yılı tamamlayan ve 60 yaşını geçenler koğuş düzeni hapsine alınabilirler.
Muharrem Soyek
Ölümün Eli
(Kimin hayatı ölümün yok edemeyeceği kadar kalıcı bir mana yapabilir ki?)
Kanımca, insanlığın minnettar kaldığı kayıtlı düşünceler ve sanat yapımları ölümün yok edici tırpanlamasına direnebilmektedir. Ölümden sonrasına sadece ruhumuzdan ve düşüncelerimizden yansıtabildiğimiz manaların kayıtlarını bırakabiliyoruz. Aslında Tolstoy da kendi yaşamından birçok manayı kayda alarak ölümün yok edici tırpanından kurtarmış ve bize kadar ulaştırmıştır. Yani, Tolstoy'un kendi varlığından zamana ilişen anlamı ölümün eli henüz yok edemedi. Tabi ki Tolstoy bu sözü söylediğinde bundan emin olamazdı.
Muharrem Soyek
Dürüstlük Algısı
"Dupduru bakan ve dürüst konuşan herkesi seviyorum" Nietzsche.
Sevgili Nietzsche, duru bakışımı hadi kafa ve gönül gözünle görebildin diyelim; dürüst konuştuğumdan nasıl emin olacaksın? Konuştuğum şey hakkında ne biliyorsan o kadar emin olursun. Şimdi senin tam da bilmediğin konuda konuşuyorsam dürüstlüğümü asla ölçemezsin. Benim dürüstlüğüm senin algında ancak kendi dürüstlüğün kadar belirebilir. Bu yüzden demeliydin ki, "Bilincimin dürüstlük algısı ölçerinden geçecek biçimde konuşan herkesi seviyorum".
İşte tam da burada şeytanın sanatı araya girip sözü öyle büker ki kişinin dürüstlük ölçüsüne cuk oturtur. Ve insan aslında dürüst olmayan, sadece dürüst görünen kişiyi sevmiş olur. Yalancının hüneri dürüst konuştuğunu sandırmaktır; yalancılık, sadece doğru olmayanı konuşmak değildir; yalanı gerçeğin algı süsleriyle gizleme sanatıdır. Yalanlarını görebildiğim sürece, ben yalancılardan nefret etmem; onlar dürüstlüğün değerini artırırlar. Dürüstlerin işi de sadece dürüst olmakla bitmez; yalancının mumunu söndürmek de dürüstlüğün yiğitliğindendir.
Öte yanda sözünün yalan olduğunu saklama çabası olmayan, yani açık yalanla konuşan kişi de bence dürüst konuşuyordur. “Bu elimdeki merhem her derde deva” diyen birisi yalanında dürüsttür. Çünkü bu yalan bilgiye bile danışmadan apaçık sadece düşünerek görülebiliyor. Bu kişi ya sözünün gerçekliğine inanmıştır ya da dürüstçe benim saflığımı kendi nefsinin yararına işletmektedir. Böylesi yalancılardan nefret etmek yerine bilgiyi sorgusuz kabul eden budala saflığıma bozulmayı yeğlerim.
Yalancı, gerçeği bilip de bildiği gerçeği bir başka gerçek sandırma çabasında olandır. Dürüst olmayansa, sözünü bilerek tutmayandır; yani, sözünün dinleyendeki manasıyla asıl niyetini perdelemiş olandır. Böylesi kimse, konuştuğunun gereğini yerine getirme zamanına kadar dürüst algılanabilir. Yani Nietzsche de aldanıp bu adamı sevmiş olabilir.
Cahil, sözünde dürüsttür; sözün manasında yanlıştır. “Dünya öküzün boynuzunda durur; öküz kafasını sallayınca deprem olur” diyen adam yalancı bile değildir. Sadece bildiğini söyler. Hele ki dürüst olmadığını hiç söyleyemem; nasıl söylerim ki kendisi de öyle olduğuna içten inanmıştır. Nietzsche olsam bu durumdaki insanı sevmemekten utanırdım.
Muharrem Soyek