Geçmişin bilgisi kadar yaşlı, geleceğin umudu kadar gencim. Bugünse gönül bağlarında gezmekteyim... Öbür blog adreslerim: http://blog.milliyet.com.tr/Sayfam/Blogger/?UyeNo=1511824 https://www.antoloji.com/muharrem-soyek/
29 Ekim 2020 Perşembe
YAŞASIN CUMHURİYET
Yıl 1922… Ülkenin yıkılmadık, yanmadık, kana bulanmadık, küle dönmedik yeri kalmamış…
Yıl 1923… Ülkede 10 milyon kadar savaş artığı insan yaşamakta; hastalıklı ve yoksul; yüzde doksan beşi okumasız yazmasız. Kadınlarda okuma yazma oranı sadece binde dört... Fabrikan yok, işçin yok, patronun yok, mühendisin, doktorun, tüccarın, öğretmenin, mimarın, sanatçın yok; yolun yok, barajın yok, evinde suyun yok; üniversiten yok, bankan yok; dış ticaretin yok… Yok oğlu yok! 40 bin köyün 37 bininde ne yol ne okul var... Gel de şaşma!; Cumhuriyet ve demokrasinin bu ortamda yerleşip köklenme arzusundaki inancın gücüne... Şaşmasına şaşıyorum ama bir yandan da yere göğe sığmayan muazzam bir kıvanca bürünüyor ruhum. CUMHURİYET BAYRAMI HEPİMİZE KUTLU OLSUN!
1923 yılında tüm ülkede bin kadar tıp doktoru vardı ve içlerinde bir tane bile diş hekimi yoktu. Fakülte ve yüksekokul sayısı sadece 9; öğretim üyesi 307, öğrenci ise 2.914 ... Elektrik üretimi 1923'te sadece 33 MW kurulu güç iken bugün 100 bin MW kurulu gücü aştı (2023)(megawat = 1000 kilowat) ... 1965 yılındaki ihracatımız bile sadece 500 milyon dolardı...
“Cumhuriyet’in kuruluşu 101 pare top atışıyla duyuruldu ve milletçe kutlandı” dediğimiz günlerde bile bazı gazeteler bu muhteşem olayı küçümseyen yorumlar yayınlamıştır. Bugün de Cumhuriyet karşıtı fikirler demokrasinin düşünce özgürlüğü hoşgörüsüyle karşımıza çıkarılmaktadır. Ancak artık çok geçtir; Cumhuriyet, takmış koluna özgürlükçü laik demokrasiyi geleceği de mutlandırmaya ilerlemektedir. Yavaş olsa da kararlı adımlarla ilerlemektedir...
“Millet meclisinde bir büyü yapıldı, bundan böyle her iş kendiliğinden düzelecek, her derdin çaresi gelecek değildir. Eğer ilan edilen Cumhuriyet'in ileri gelenleri ve Cumhuriyetçiler bunu yapabileceklerse, biz de kendilerine cumhuriyetiniz kutlu olsun deriz...” (Böyle umutsuzlar, Cumhuriyet'in fos çıkacağını sananlar da vardı işte. Aslında kinayenin özünde gerçekçi bir uyarı da yatmaktaydı; gene de Cumhuriyetin ilan gününde edilen böyle bir söze uyarıdan çok küçümseme iması yükledi benim bilincim.)
O günlerin gençleri ve aydınları bu sözlere kulak asıp Cumhuriyeti kollama ve geliştirme çabalarında asla yılgınlığa düşmediler.... Sevgili Atatürk’ün önderliğinde kurduğumuz bu Cumhuriyet, muhteşem bir olaydır. Özellikle gençler, şimdiki modernite telaşına kapılıp da tarihimizin bu en muhteşem olayını bilinçli bir onur ve gururla yaşama mutluluğundan kendinizi mahrum etmeyin. Ve elbette biliriz ki Cumhuriyet alkış ile, dua ile, şenlik ve bayram yapmakla yüceltilemez...
Kısa zamanda az iş başarmadık; bundan sonrasının sorumluluğu herkesten çok siz gençlere aittir; bu yüzden Cumhuriyet Bayramı en çok da gençlerin bir özgüven bayramı yapılmalıdır. Genç dediysek, herkes geleceğin hayaline sarıldığı kadar anca gençtir...
Gençlerden tez cevap geldi bana: “Biz Gençler, tarihimizin bu en muhteşem olayını bilinçli bir onur ve gururla kutlama kıvancındayız. Siz büyüklerimiz, kısa zamanda çok iş başardınız; şimdi ve bundan sonra sorumluluğun çoğunun biz gençlere ait olacağının bilincindeyiz. Hatta siz büyüklerin kusurlarını da hoşgörüyle düzeltmemiz gerekeceğini biliriz. Bunun için yeterli hayal gücü, sabır ve cesareti damarlarımızda akan tarihsel bilinçten almaktayız. Sürdürülebilir mutlu bir yaşam, Cumhuriyet'i özgürlükçü demokrasi bilinciyle omuzlayıp taşımakla anca olasıdır. "Ah bir genç olsam!" diye hayıflanan sevgili büyükler, siz biraz dinlenin. Laik Demokratik Cumhuriyet emin ellerdedir…"
*
* Ve Atatürk'ün dediği gibi... “Gençler ! Cesaretimizi artıran ve sürdüren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz terbiye ve irfanla, insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil ! .. Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk. Onu yüceltip yaşatacak olan sizsiniz..."
"…………. Bu konuşmamla (NUTUK ile), var olma tarihi sona ermiş sanılan büyük bir milletin bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son esaslarına dayalı, millî ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım. Bugün ulaşmış olduğumuz sonuç, yüzyıllardan beri çekilen millî felâketlerden alınabilen derslerin ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu bedelin sonucunu Türk Gençliği’ne emanet ediyorum..."
“Türk Milleti’nin karakter ve törelerine en uygun olan yönetim, CUMHURİYET yönetimidir.” Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
* CUMHURİYET'İN İLANI
Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Kasım 1922'de aldığı tarihi kararında saltanata son vermiştir; ancak, Cumhuriyet resmen ilan edilmemiştir. Bu tarihi kararın da açık bir öncüsü olan 1921 Anayasası ile yeni siyasal rejime ilk adım zaten atılmıştı...
Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Nisan 1923'te seçimlerin yenilenmesine karar vermiş ve yeni kurulan Meclis, Lozan'da elde edilen antlaşmayı onaylamıştır. Lozan Barış Antlaşması'nın kabulü ve 6 Ekim 1923'te Türk Ordusunun İstanbul'a girmesi ile Türk vatanının bütünlüğü gerçekleşmiş ve böylece bir devir kapanmış ve yeni bir devir açılmıştır. Siyasal rejimin 23 Nisan 1920'den itibaren kaydettiği gelişmelere uygun devlet şeklini bulmak da bir zorunluluk haline gelmiştir.
25 Ekim 1923 günü gelişen bir kabine bunalımı Büyük Millet Meclisi'nde çalışma güçlüğünü ortaya çıkardı. 28 Ekim 1923 günü akşamına kadar kabinenin kurulamaması üzerine, Gazi Mustafa Kemal Paşa, Çankaya köşkünde verdiği yemek sırasında arkadaşlarına; "Yarın Cumhuriyet'i ilan edeceğiz" diyerek görüşünü açıklamıştır. 29 Ekim günü Halk Fırkası Meclis Grubunda, Bakanlar Kurulunun oluşturulması konusu tartışıldı. Sorun gene çözülemeyince, Gazi Mustafa Kemal Paşa'dan düşüncelerini açıklaması istendi. Mustafa Kemal Paşa, bunalımdan çıkış yolunu Anayasanın değiştirilmesi zorunluluğu ile açıkladı. Cumhuriyet'in ilanını hedefleyen tasarıyı da grubun bilgisine sundu.
Grupta yapılan uzun görüşmeler sonunda, Cumhuriyet'in ilanı kabul edildi. Parti Grubu'ndan sonra Meclis de toplanarak, hazırlanan kanun tasarısını aynen kabul etti. "Yaşasın Cumhuriyet" sesleri arasında gece saat 20.30'da Cumhuriyet ilan edildi. Cumhuriyetin ilanı 1921 tarihli Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesine dair 364 No.'lu Kanunun kabulü ile olmuştur. Bu önemli değişiklikler, 29 Ekim günü yapılmış ve aynı gün TBMM Cumhurbaşkanlığı seçimini yaparak, Gazi Mustafa Kemal Paşa'yı oybirliğiyle yeni Türk Devletinin ilk Cumhurbaşkanı seçmiştir.
* YAŞASIN CUMHURİYET!!
Gölköy adında bir yer varmış Gelibolu'da. Televizyonda gösterdiler geçen gün. Gelenek edinmiş köy halkı; "Ben kendimi bildim bileli bu böyledir" diyor muhtar. 29 Ekim'de toptan sünnet ederlermiş çocuklarını... Derken ekranda entarili bir çocuk belirdi...
Kirvesi tutmuş kolundan,
Yatırdılar bir kamp yatağına,
Ardından sünnetçi olacak zat boy gösterdi
Elinde bıçağıyla,
Çocuk kaldırdı başını, bağırdı:
"Yaşasın Cumhuriyet!" diye
Bunun üzerine de ekran karardı..
Korkarım bu, sade Gölköylülerin değil, hepimizin,
Sade küçüklerimizin değil, büyüklerimizin de
Düştüğü bir tarihsel yanılgı,
Çünkü sünnet değil, farzdır Cumhuriyet...
Can YÜCEL"
* Şiirdeki, “korkarım… diye başlayıp, …. sünnet değil, farzdır Cumhuriyet...” diye vurgulanan mana özü, sıkı bir uyarı içeriyor olsa da Gölköylüler ve tüm milletin vahim bir yanılgısı sayılınca bana haksız bir kinaye göründü. Oysa, Cumhuriyet Bayramı’nda sünnet olan çocuğun, tam da sünnet sırasında “Yaşasın Cumhuriyet” diye bağırmasında farzı bozan hiçbir sakınca yoktur.
Ben bunu, Cumhuriyet övüncüyle çocuğa kazandırılmak istenen bir özgüven ve cesaret olarak değerlendiriyorum. Ancak buradaki 'sünneti' sünnetten sayılan bir ibadet biçimi sayarak, “Hayır, sünnet değil, farzdır!” dendiğinde, biraz zorlama bir yakıştırma oluyor… Çünkü ben, dinsel gelenekten gelen sünnet töreninin yöre halkı tarafından Cumhuriyet kutlamasını küçümsemek için aynı güne alındığı kanısında değilim. Aksine, Cumhuriyet’e verdikleri yüksek değerin bir ifadesi olarak görüyorum. Erkek çocuğun sünnet gibi unutamayacağı bir anısında “Yaşasın Cumhuriyet!” diye bağırmasını sağlayarak, sözel ve görsel simgelerle bilincine sezgisel bir tanı kodlaması yerleştirilmektedir.
Ayrıca bu insanlar “Cumhuriyet'i” sünnet sanaydılar, aralarından bazıları Cumhuriyet'in kızlar için neden sünnet olmadığını merak etmezler miydi??!!! Ya da, "Cumhuriyet, erkekler için sünnetken kızlar için farz mı ola?" diye merak eden çıkmaz mıydı? Onlar, Cumhuriyet ile sünnet geleneği arasındaki farkı elbette biliyorlar. Sadece, sünnet ettirdikleri çocuklarını Cumhuriyet'e bağlamak istemişlerdir. Bu da güzel ve takdir edilmesi gereken şiirsel bir davranıştır.
*Ben burada şiire sözde felsefi bir küpe takmak adına düzülen dizelerde Gölköylülere haksızlık edildiğini düşündüğüm için itiraz ettim. Yoksa, şairin “Sünnet değil, farzdır Cumhuriyet!” deyişine gönlümün ve aklımın bütün canlarıyla katılırım. Hatta, “Sadece Cumhuriyet yetmez; anca Laik Demokratik Cumhuriyet farz olur! diyorum...
(Muharrem Soyek)
2 Ekim 2020 Cuma
İÇREK ÇIKRIKLARIM Şiir Kitabı
Yeni çıktı. İçrek Çıkrıklarım adlı şiir kitabım.
Arzu edene hediye etmek isterim. İsteyen olursa kargo adresini E-Posta aracılığyla bildirebilir. Ödemesiz göndereceğim.
Benim E-Posta adresim: mamidacka@gmail.com
sevgiler,
1 Ekim 2020 Perşembe
24 Ağustos 2020 Pazartesi
11 Temmuz 2020 Cumartesi
20 Mart 2020 Cuma
Bağış Sadaka Zekât Yardım
16 Kasım 2019 Cumartesi
Anlatamıyorum
In my verses;
Could you touch my tears
With your fingers?
Never knew songs could be so beautiful
And words so feeble to make the heart feel
Before I have fallen into this misery.
I know there's a place
Where you can say all you wish
So close I am, almost to be seen
But I have no word to mention the reflection...
*
29 Eylül 2019 Pazar
Millet Bölünürse Ufalanır Yok Olur
TDK sözlüğünde “bölüşmek”, “paylaşmak, üleşmek” olarak; “paylaşmak” da “bölüşmek” diye tarif ediliyor.
Bölüşmek, paylaşmak kadar iyi bir şey değildir. Çünkü bölüşmek ayrışım ve sınır çekmeyi de getirir. Bence en bereketli olanı parça mülkiyeti vermeden bütünü kullanımda adil paylaşımdır. İhtiyaç durumunu ve bütünün varlık nedenseli olan emek değerini ölçü almak paylaşım hakkı adaletinin ana ilkesi yapılmalıdır. Paylaşım anlayışı, gereğinde payların da paylaşılması ilkesini benimser olmalıdır.
“Bölünürsek yok oluruz/ Bölüşürsek tok oluruz” Yunus Emre
Paylaşmak yerine bölüşmek demiş olsa da tam benim anladığımdır. Yunus Emre’nin “bölünmek” ile uyak tutturmak için “bölüşmek” sözcüğünü yeğlediğini düşünüyorum; buradaki anlamı paylaşmaktır bence. Evet, bölüşmeyi paylaşım olarak algılayınca mana cuk oturuyor. Birleşik emek gücüyle elde edilen nimetleri paylaşmaktan söz ediyor.
Ancak, bugünkü gözlemlerime uyarlı olarak halk içindeki olası algı kaymasına dikkat çekmek isterim. Hayatın nesnel gerçekliğinde insanlar bölüşmeyi hukuk gereği bir hak görüyorlar. Mirasçıların mal bölüşümü gibi. Örneğin; babadan kalan mirasla bir konak bölüşüldüğünde oda oda sahiplenilir ve herkes kendi bölümünde konaklar; gene herkes sadece kendi bölümünün bakımından sorumlu olur. Bence bölüşülmüş konak daha erken yıkılır. Bahçe bile parsellenir de herkes kendi ağacının gölgesinde oturmayı yeğler.
Eğer bölüşmeyip de paylaşmış olsalardı, mirasçılar ve hatta onların akrabaları rahatsız etmeyen her hâlleriyle o konağın her bölümünden faydalanabilir olurlardı. Mutfak, sofa ve bahçe nöbetleşe değil de birlikte kullanımda kalır; hatta misafirler ortak külfetle ağırlanırdı. Her bölüme ayrı bir mutfak ve hatta banyo tuvalet yapmaya gerek kalmazdı. Bakımı da doğal olarak emek ve para paylaşımıyla daha bütünsel yapılacağından konağın ömrü artar. Paylaşmak bölüşmekten iyidir…
Paylaşım, bana ortaklaşa bir yaşam biçimini çağrıştırırken, bölüşümse özel mülkiyet sınırlarıyla bölümlü bir yaşam biçimini çağrıştırıyor. Tabi ki ben meseleye sofradaki ekmeğin bölüşümünden öteye geçen bir algıyla yaklaştığımdan öyle görüyor olabilirim. Hani ekmeği bölerken çok da kime ne kadar gittiğine özenmeyiz ya! Eh, bölüşmek de sadece ekmek için kullanılır bir sözcük değil hani.
Aradaki mana inceliğini kavramaya yardımcı güzel bir örnek buldum:
“İçtikleri su ayrı gitmez, her derdini onunla paylaşırdı.” H. Topuz.
Şimdi burada, “paylaşırdı” yerine “bölüşürdü” sözcüğünü koyup okuyunca manada duygusal bir eksilme seziyorum. Dertler, acılar, sevinçler gibi soyut gerçekliklerin bölüşülmesi çok da olası görünmüyor; çünkü gönül doyumunun kantarı herkesin kendine özel duyumuyla ölçülür. Kişi, dostunun derdini ve sevincini tam olarak, hatta daha da ileri giderek fazlasıyla bile paylaşabilir; gönlünün çekeri kadar. Fakat hiçbir şey tam birimiyle bölüştürülemez. Paylaşımsa nesnel bir gerçeklik arz ettiği kadar, ölçeksiz bir duygusal birlik hissi de veriyor. Bölüşüm sözcüğü bende duygusal tokluk hissi uyandırmakta yetersiz kalıyor.
Yukarıdaki zihniyetimle bakınca diyorum ki; vatan miras malı değildir milletin yuvasıdır; bölüşülmez, sadece paylaşılır. Vatanın nimetleri de bölüşüldükçe küçülür, paylaşıldıkça çoğalır. Millet, bölüşürse ufalanır yok olur; millet, paylaşırsa dirileşir tok olur. Muharrem Soyek
***