Hangimiz Masum
Değil?
Genelevler bir
zamanlar Türk filmlerinin senaryo malzemesiydi. Erkekler ağızlarında sigara
kapılarda sıralarını beklerlerdi. Sonra sırası gelen içeri girer, o mezbele
ortamda cinselliğini sergileyen kadınlardan birini beğenir, ödemesini yapar ve
önüne katıp üst katta bir odaya çıkardı. Filmin etkisini şiddetlendirmek için
ortamın iğrençliği abartılmıştır tamam da, gerçeklik payını nasıl yok
sayabiliriz ki?
İnsanlık bunu bir
meslek olarak görüyor; sanırım mesleklerin en onur kırıcı olanıdır. Ancak, bu
mesleğin müşterisi bence mesleği icra edenden daha çok utanmalıdır. Bu hayata
kendi istekleri dışında, çaresizlikten ve cahillikten düşmüş olanlara yanar
yüreğim. Aile içindeki baskılayıcı şiddetten kaçan; aile içinde veya dışında
süregiden cinsel tacizden kaçan; aşkın peşine takılıp kaçan; ünlü olma
hayaliyle kaçan; kaçıp da sığındığı insanların merhamet ve iyiliklerinin kadın
cinselliğini tuzağa çeken bir aldatmaca olduğunu geri dönülmez kavşaktan önce
fark edemeyen bu saf kadınlara üzülmeyen de vardır elbette… “insan kendi
kaderini kendi yapar” diye ahkâm kesenler vardır. Aslında benim aklımın eksik
bir yanı da böyle der durur sızlayan vicdanımı avutmak için. Eğer bu işi
insanlığın en iğrenç mesleği görüyorsam yapmam; dilenirim de yapmam. Sanırım
dilencilik bundan daha onurludur. Ne de olsa Allah rızası için vermeyeni döven
dilenci yok. Dilenmek ağır gelirse, çöplerden hurda toplardım… Uzaktan çare
kolay görünür. Ya belalı adamlar beni pazarlamayı meslek edinmişse? Ya can ve
edepli çalışma güvenliğimi sağlayan bir ortama geçemiyorsam? İşte burada kader
beni dönülmez bir tek yöne sokmuştur. Artık ben cinselliğini parayla pazarlayan
tescilli ya da kaçak bir orospu olarak yaşayacak bir ahlâk mahkûmu olmuşumdur.
Ahlâksız kadere mahkûm fahişelere acırım ben…
Kadın cinselliği
genelevlerde yasal kılıf giydirilerek pazarlanır. İnsanların
tanıştırılabileceği birçok eğlence ve dinlence ortamı, hatta internet ve
telefon servisleri bu işi kaçak yapabilmenin ara bağlantısı olarak
kullanılmaktadır. İlerleyen insan uygarlığına uyum gösteren bir kirlilik…
Dünyaya doğmuş
herkesin insanca yaşama hakkını hâlâ güvenceye alamamış uygarlık zaten “kirli”
bir insanlık ürünüdür… İnsan uygarlığının bu kirden arınması için, saygıdeğer
ve sevecen ilişkiler içinde maddi-manevi memnuniyetle hayat yolculuğunu
sürdürülebilir kılan bir toplumsal yaşam denkleminde insanın çözücü onur
bilineni olabilmesi gerekir… Ne yazık ki henüz böyle bir onurlu yaşam
denklemini kuramlayıp gerçekliğini somutlaştırabilmiş değiliz. Bu yüzden insan
uygarlığı arınma yolunda daha epey bir zaman kokuşmuş kirleriyle
ilerleyecektir. Üstelik bu kirler fuhuş ayıbının dışında kalan geniş alanları
da kaplamaktadır: Siyasi ve küresel çevreyle toplumsal var-oluş çıkarlarını
belirleyen alanlardan taşıp bireysellik özelindeki kişilik var-oluşuna kadar
sinmiştir.
Bilirim bu kirlilik
ezelden beri böyle gelmiş; gene bilirim ki bu iş böyle sürüp gitmeyecek;
insanlık bu ve diğer kirlerinden arınmanın dayanılmaz ihtiyacını duyacak ve
temiz bir uygarlık denkleminin somut gerçekliğini bir gün elbet kuracaktır…
Hayat kadınlarını
savunma gereğini hiç duymamıştım; ta ki bir arkadaşın konu üstüne eleştirisini
görünceye kadar: Diyor ki arkadaşım, “dünyanın en eski mesleğidir; onlar için
üzülmek insanlık adına bir anlam getirmez. Bu meslek hiçbir zaman son bulmaz;
çünkü talep vardır ve kolay para kazanmanın yoludur. Bence kendilerinin seçimi;
üzülmeye değmez...”
“Fahişelik dünyanın
en eski mesleğidir” diyip geçen bir akıla da ben akıl erdiremiyorum. Sanki
fahişeliğin arkeolojik kanıtları bulunmuş da insanın ilk mesleğini fuhuş
sektöründe icra ettiği belirlenmiş gibi… Fahişelik olsa olsa insan uygarlığının
en eski ayıbıdır. Ayrıca fahişeliğin kolay para kazanma yolu olduğu da nereden
çıkıyor? Öyle olsaydı ortalık zengin fahişeden geçilmezdi. Kocasının bile
cinsel isteklerini karşılamakta zorlanan kadınların yaşadığı bu ülkede parasını
ödeyen her erkeğin cinsel açlığını doyurma işini kolay sanan bir akıl ya ruhsuz
ya da düşüncesiz bir akıldan başka nedir ki? Parası ödenmiş her şeyi helâl
sanan bir akıl şeytanın en güvendiği akılsızlıktır. Parasıyla cinsel güdülerini
sakinleştiren kimse toplum içinde saf ve temiz bir kimliğin onuruyla
dolaşabilirken, fahişe olanın ahlâksız ve günahkâr sayılmasını adil bulan bir
aklın bahanesine tüküreyim.
Fahişelik bence
para kazanmanın en zor yolu olmayabilir; ancak bedeli en yüksek hayat yolu
olduğuna kuşkum yoktur; belki de bu yüzden fahişe kadınlara “hayat kadını”
yakıştırması yapılmıştır. Fahişe, kazandığı para karşılığında sadece tensel
cinselliğini kullandırma izni vermez; aynı zamanda toplumsal onur ve şerefini
yitirmeyi de göze alır. ‘Temiz toplum’ özellikle kadın fahişenin yaptığı ‘iş’
karşılığında kazandığı parayı haram olarak nitelerken, kadından cinsel hizmet
satın alan erkeğe olumsuz bir sıfat yakıştırmamıştır. Düşüncesiz geleneğin aklı
suçluyu saptamıştır: suçlu, fahişelik yapandır; parasını ödeyip fahişeyle seks
yapan masumdur… “Kancık köpek kuyruk sallamasa…” bahanesine yatan bir toplumuz
biz.
T
oplumsal ve
bireysel yaşam alanlarına açılan çoğu kapılar fahişeye kilitlidir; genelev
dışında neredeyse hepsi. Demokrasi kapısı da kapalıdır: seçebilir fakat
seçilemez. Peki, fahişeyle yatanın seçilme hakkı hangi bağışlayıcı bahaneye
sığdırılmıştır? Ayıplı eylemi kendi rızası ve arzusuyla satın alan kimse masum,
cinsel mahremiyetini para karşılığı ‘masumun’ hizmetine sunansa ahlâk suçlusu;
öyle mi? Hangi akıla sığar böyle bir adalet? Fuhuş tek özneli bir eylem
değildir; ille de kadın erkek birlikteliği ister; hatta kadın ve erkek öznel
birliğiyle de sınırlı değildir: fuhuş eyleminde “kadın-kadın” ve “erkek-erkek”
öznesi de olasıdır.Önce kadın sahip
çıkmalı cinsiyetdaşına. Önce kadın kabul etmeli ki fuhuşta erkek de kadın kadar
ayıplı ve kirlidir. Hiçbir kadın fahişeyle yatan erkeği bağışlayıcı dualarla
karşılamasın. Kadın erkeği aklamazsa, erkek de genelevden sırıtarak değil,
utanarak çıkmaya başlayacaktır. Nasıl ki evlenmeden önce erkeklerle yatmış
kadın “kötü kadın” sayılıyorsa, kadınla yatmış erkek de “kötü adam” sayılmalı;
ya da, cinsel ayrım yapmadan iki tarafı da hoş görebilmeliyiz.
Bir de maskeli
fuhuş vardır. Bu işi yapan fiyat etiketli parça başı çalışmaz; işini tek
müşteriye bağlar. Müşteri kendi rızasıyla çekilmeden, ya da yeteri kadar
sağılmadan ilişki kesilmez. Bu tek müşterili fahişelik “aşk” çarşafına
bürünerek kendisini topluma kutsatır. Yapan hele de biraz ünlüyse toplumsal
ahlâk sorgusundan yırtar; hatta toplum bunları sevgi ve anlayışla hoş görür.
Hukuka değil de Allah’a emanet sözleşmeli “imam nikahıyla” bu tür fahişelik
toplum nezdinde meşruluk bile kazanır. Aynı işi sürümden kazanma ilkesiyle
birçok erkekle yapan kadınsa ‘kötü kadın’, yani fahişe kalır.
Kadınların erkek
öznesini de fuhşun vazgeçilmez bir ayıplı gerçeğinden saydığı gün toplumsal
bakışın adaleti cinsel davranış ayıplarına cinsiyet ayrımı yapmadan
tükürecektir. O zaman, ırzına geçilen sevgiyle kucaklanırken, ırza geçenin
yüzüne tükürülür; o zaman, genelevde oturanla, genelevde ağırlanan; kuyruk
sallayanla, bıyık buran; metresle metres tutan toplumun ahlâk terazisinde
eşdeğer ağırlığa gelecektir. Bu ahlâk anlayışıyla büyümüş erkek, bakire değil
bahanesiyle ‘namus’ cinayeti işlemeden önce kendine soracaktır: “sen hiç mi bir
kadınla cinsel ilişkiye girmedin be adam!” Biz de kendimize bir soralım: Tıpkı
genelevde çalışan kadınlar gibi, geneleve müşteri olan erkeklerin kimlik kaydı
tutulsa, erkek mi yoksa kadın mı fazla çıkar?
Cinsel yaşamın
ayıplı sandığımız yanlarını erkeğin elinin kiri, kadınınsa iffeti saymaktan
vazgeçip, bunu bir kadın-erkek ortak eylemi olarak görmedikçe, kadının
cinselliğini tutsak ederek erkeğin hizmetine pazarlayan 'yasal' ve kaçak
fuhuştan hep kadın sorumlu tutulacaktır; ‘namus’ cinayetleri de bu sözde
sorumluluğun bir bedeli gibi algılanabilecektir.
Kadın sahip çıkmalı
cinsiyetdaşına. Önce kadın ayıplamalı,
“vurun fahişeye; dokunmayın erkeğime” diye çığıran kadını. Kadın indirmeli, 'kötü kadına' kalkan yumruğunu… Önce annesi
tükürmeli kadın cinselliğini satın alabileceğini düşünen oğlunun yüzüne. Ve kadın erkek yan
yana karşı durabilmeli cinselliği sömüren her şeye.
Muharrem Soyek