insan uygarlığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
insan uygarlığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mayıs 2014 Çarşamba

Ruhun işletim sistemi


Hepimiz aynı otobüsteyiz…

“Sabah belediye otobüsündeyim; işe gidiş saati tıklım tıklım dolu otobüs ve benden sonra binen yolcunun kartı yok. Şoföre soruyor:
- Para geçiyor mu?
-Geçmez; sadece akbil.

Adam tam inecekti ki…
“ Durun benim karttan okutalım” diyorum ve bir bilet daha basıyorum. Adamın bir basımlık akbil ödeyecek bozuk parası yoktu. “önemli değil, geç amca” dedim. Bir teşekkür etmeden, bir mimikle bile cevap vermeden, kalabalığı ite yara arkalara geçip kayboldu.

  21. yüzyıl Dünya’mızda küresel ısınmanın önlenemeyişi ve doğal hayat canlılarının insan medeniyeti eliyle birer birer yok edilmesi küresel yaşam için en büyük tehditlerden. Ancak, insan uygarlığının en yok edici kültürel tehdidi, otobüste kendisi için akbil basan adama teşekkür etmeden herkesi ite kaka arkalara geçen “ruhun işletim sistemi” olmuştur.

(Düş Hekimi Yalçın Ergir’den alıntı bir anlatıdan düzenlemedir)  http://www.ergir.com
***

Belki de Yerküre bu türden ruhların varoluş sistemlerini sevgi ve saygı nezaketiyle şifreleyinceye kadar insanın sözde uygarlığını başından atma gayretiyle için için yanmakta yüzün yüzün ısınmaktadır… Kim bilir? Bilse bilse insan olan bilir…

Gene de, bir başka pencereden bakınca, bozuk parası olmadığı hâlde kartını okutup adamı otobüse alan da sorumludur şikâyet ettiği durumdan. Çünkü adamın öylece kabul gördüğü sanısı aynı kabalığını sürdürme özgürlüğünün hakkı olacaktır. Adam kötü niyetli değilse büyük olasılıkla davranışındaki kabalığı hissetmeyecektir.

Kartını okutmadan önce, “paran bozuk mu amca?” dedikten sonra, Bozdur da gel” deseydi eğer, adam bir daha otobüse ya kartsız ya da bozuk parasız binmezdi. Hadi öyle olmadı, hiç olmazsa sade bir “önemli değil” yerine, “önemli değil, bir teşekkürün yeter bana” denmeliydi. Olayın burası o kadar da önemli değil aslında; bireysel bir etkileşim sonuçta; ayrıca bedava iyilik de sevaptan sayılır. Zaten ben burada düşüne düşüne yazıyorum; hangimiz öyle bir durumda “ruhun işletim sistemini” düzeltici böyle erdemli sözleri nezaket ve saygıyla dillendirebilecek kadar insanız ki? Hele de insan uygarlığının gözdesi büyük şehir çarklarına sıkışmış ruhumuzdan bunu beklemek pek de insaflı olmaz.

Ancak ikinci hareket olan “ite kaka” arkaya ilerlemesine nazikçe tepki vermeyenlerin sorumluluğu daha büyüktür, çünkü toplumsaldır. Adam birkaç kişi tarafından nazikçe uyarılmış olsaydı aynı kabalığını bir başka otobüste sürdürmekten kendini men edebilirdi. “Acele etme amca yer açmaya çalışıyorum” diyerek veya “inecek misin amca?” diye sorarak “ruhun işletim sistemini” insanlaştıran bir uyarı sinyali gönderilebilirdi. Bu sırada çoğumuzun yaptığı gibi sinirli bir “yavaş ol amca, kör müsün!” demek veya “ohaa!” gibi aşağılayıcı bir imayla ünlemek “ruhun işletim sistemini” daha da hayvanileştirir.

Şu bir gerçektir ki hepimiz birer hayvan olarak doğarız.  İnsanın nazik ruh etkileşimi insan hayvanlığını sevgi ve saygıya bağlı evrime iteleyen en etkili yoldur. Her şeye rağmen Sayın Düş Hekimi’nin özdeki şu tespiti sağlamdır: “Şimdi ve önümüzdeki zamanlarda insan uygarlığına en büyük tehdit otobüste herkesi ite kaka arkalara geçen ruhun işletim sistemindeki arızadan çıkacaktır.”

Nedense insanların değişmesini isteriz de kendimizi değiştirmek için çok da uğraşmayız. Bir insan dünyayı değiştiremez; fakat dünya insan olmayı hak ettiren bir sevgi ve saygı terbiyesiyle kendini değiştirmeyi iş edinmiş insanların gücüyle değişir. Tehdit kadar çare olacak da insanın kendisidir…

(Muharrem Soyek)

3 Şubat 2013 Pazar

Hangimiz Masum Değil?


Hangimiz Masum Değil?
Genelevler bir zamanlar Türk filmlerinin senaryo malzemesiydi. Erkekler ağızlarında sigara kapılarda sıralarını beklerlerdi. Sonra sırası gelen içeri girer, o mezbele ortamda cinselliğini sergileyen kadınlardan birini beğenir, ödemesini yapar ve önüne katıp üst katta bir odaya çıkardı. Filmin etkisini şiddetlendirmek için ortamın iğrençliği abartılmıştır tamam da, gerçeklik payını nasıl yok sayabiliriz ki?
İnsanlık bunu bir meslek olarak görüyor; sanırım mesleklerin en onur kırıcı olanıdır. Ancak, bu mesleğin müşterisi bence mesleği icra edenden daha çok utanmalıdır. Bu hayata kendi istekleri dışında, çaresizlikten ve cahillikten düşmüş olanlara yanar yüreğim. Aile içindeki baskılayıcı şiddetten kaçan; aile içinde veya dışında süregiden cinsel tacizden kaçan; aşkın peşine takılıp kaçan; ünlü olma hayaliyle kaçan; kaçıp da sığındığı insanların merhamet ve iyiliklerinin kadın cinselliğini tuzağa çeken bir aldatmaca olduğunu geri dönülmez kavşaktan önce fark edemeyen bu saf kadınlara üzülmeyen de vardır elbette… “insan kendi kaderini kendi yapar” diye ahkâm kesenler vardır. Aslında benim aklımın eksik bir yanı da böyle der durur sızlayan vicdanımı avutmak için. Eğer bu işi insanlığın en iğrenç mesleği görüyorsam yapmam; dilenirim de yapmam. Sanırım dilencilik bundan daha onurludur. Ne de olsa Allah rızası için vermeyeni döven dilenci yok. Dilenmek ağır gelirse, çöplerden hurda toplardım… Uzaktan çare kolay görünür. Ya belalı adamlar beni pazarlamayı meslek edinmişse? Ya can ve edepli çalışma güvenliğimi sağlayan bir ortama geçemiyorsam? İşte burada kader beni dönülmez bir tek yöne sokmuştur. Artık ben cinselliğini parayla pazarlayan tescilli ya da kaçak bir orospu olarak yaşayacak bir ahlâk mahkûmu olmuşumdur. Ahlâksız kadere mahkûm fahişelere acırım ben…
Kadın cinselliği genelevlerde yasal kılıf giydirilerek pazarlanır. İnsanların tanıştırılabileceği birçok eğlence ve dinlence ortamı, hatta internet ve telefon servisleri bu işi kaçak yapabilmenin ara bağlantısı olarak kullanılmaktadır. İlerleyen insan uygarlığına uyum gösteren bir kirlilik…
Dünyaya doğmuş herkesin insanca yaşama hakkını hâlâ güvenceye alamamış uygarlık zaten “kirli” bir insanlık ürünüdür… İnsan uygarlığının bu kirden arınması için, saygıdeğer ve sevecen ilişkiler içinde maddi-manevi memnuniyetle hayat yolculuğunu sürdürülebilir kılan bir toplumsal yaşam denkleminde insanın çözücü onur bilineni olabilmesi gerekir… Ne yazık ki henüz böyle bir onurlu yaşam denklemini kuramlayıp gerçekliğini somutlaştırabilmiş değiliz. Bu yüzden insan uygarlığı arınma yolunda daha epey bir zaman kokuşmuş kirleriyle ilerleyecektir. Üstelik bu kirler fuhuş ayıbının dışında kalan geniş alanları da kaplamaktadır: Siyasi ve küresel çevreyle toplumsal var-oluş çıkarlarını belirleyen alanlardan taşıp bireysellik özelindeki kişilik var-oluşuna kadar sinmiştir.
Bilirim bu kirlilik ezelden beri böyle gelmiş; gene bilirim ki bu iş böyle sürüp gitmeyecek; insanlık bu ve diğer kirlerinden arınmanın dayanılmaz ihtiyacını duyacak ve temiz bir uygarlık denkleminin somut gerçekliğini bir gün elbet kuracaktır…
Hayat kadınlarını savunma gereğini hiç duymamıştım; ta ki bir arkadaşın konu üstüne eleştirisini görünceye kadar: Diyor ki arkadaşım, “dünyanın en eski mesleğidir; onlar için üzülmek insanlık adına bir anlam getirmez. Bu meslek hiçbir zaman son bulmaz; çünkü talep vardır ve kolay para kazanmanın yoludur. Bence kendilerinin seçimi; üzülmeye değmez...”
“Fahişelik dünyanın en eski mesleğidir” diyip geçen bir akıla da ben akıl erdiremiyorum. Sanki fahişeliğin arkeolojik kanıtları bulunmuş da insanın ilk mesleğini fuhuş sektöründe icra ettiği belirlenmiş gibi… Fahişelik olsa olsa insan uygarlığının en eski ayıbıdır. Ayrıca fahişeliğin kolay para kazanma yolu olduğu da nereden çıkıyor? Öyle olsaydı ortalık zengin fahişeden geçilmezdi. Kocasının bile cinsel isteklerini karşılamakta zorlanan kadınların yaşadığı bu ülkede parasını ödeyen her erkeğin cinsel açlığını doyurma işini kolay sanan bir akıl ya ruhsuz ya da düşüncesiz bir akıldan başka nedir ki? Parası ödenmiş her şeyi helâl sanan bir akıl şeytanın en güvendiği akılsızlıktır. Parasıyla cinsel güdülerini sakinleştiren kimse toplum içinde saf ve temiz bir kimliğin onuruyla dolaşabilirken, fahişe olanın ahlâksız ve günahkâr sayılmasını adil bulan bir aklın bahanesine tüküreyim.
Fahişelik bence para kazanmanın en zor yolu olmayabilir; ancak bedeli en yüksek hayat yolu olduğuna kuşkum yoktur; belki de bu yüzden fahişe kadınlara “hayat kadını” yakıştırması yapılmıştır. Fahişe, kazandığı para karşılığında sadece tensel cinselliğini kullandırma izni vermez; aynı zamanda toplumsal onur ve şerefini yitirmeyi de göze alır. ‘Temiz toplum’ özellikle kadın fahişenin yaptığı ‘iş’ karşılığında kazandığı parayı haram olarak nitelerken, kadından cinsel hizmet satın alan erkeğe olumsuz bir sıfat yakıştırmamıştır. Düşüncesiz geleneğin aklı suçluyu saptamıştır: suçlu, fahişelik yapandır; parasını ödeyip fahişeyle seks yapan masumdur… “Kancık köpek kuyruk sallamasa…” bahanesine yatan bir toplumuz biz.
Toplumsal ve bireysel yaşam alanlarına açılan çoğu kapılar fahişeye kilitlidir; genelev dışında neredeyse hepsi. Demokrasi kapısı da kapalıdır: seçebilir fakat seçilemez. Peki, fahişeyle yatanın seçilme hakkı hangi bağışlayıcı bahaneye sığdırılmıştır? Ayıplı eylemi kendi rızası ve arzusuyla satın alan kimse masum, cinsel mahremiyetini para karşılığı ‘masumun’ hizmetine sunansa ahlâk suçlusu; öyle mi? Hangi akıla sığar böyle bir adalet? Fuhuş tek özneli bir eylem değildir; ille de kadın erkek birlikteliği ister; hatta kadın ve erkek öznel birliğiyle de sınırlı değildir: fuhuş eyleminde “kadın-kadın” ve “erkek-erkek” öznesi de olasıdır.
Önce kadın sahip çıkmalı cinsiyetdaşına. Önce kadın kabul etmeli ki fuhuşta erkek de kadın kadar ayıplı ve kirlidir. Hiçbir kadın fahişeyle yatan erkeği bağışlayıcı dualarla karşılamasın. Kadın erkeği aklamazsa, erkek de genelevden sırıtarak değil, utanarak çıkmaya başlayacaktır. Nasıl ki evlenmeden önce erkeklerle yatmış kadın “kötü kadın” sayılıyorsa, kadınla yatmış erkek de “kötü adam” sayılmalı; ya da, cinsel ayrım yapmadan iki tarafı da hoş görebilmeliyiz.
Bir de maskeli fuhuş vardır. Bu işi yapan fiyat etiketli parça başı çalışmaz; işini tek müşteriye bağlar. Müşteri kendi rızasıyla çekilmeden, ya da yeteri kadar sağılmadan ilişki kesilmez. Bu tek müşterili fahişelik “aşk” çarşafına bürünerek kendisini topluma kutsatır. Yapan hele de biraz ünlüyse toplumsal ahlâk sorgusundan yırtar; hatta toplum bunları sevgi ve anlayışla hoş görür. Hukuka değil de Allah’a emanet sözleşmeli “imam nikahıyla” bu tür fahişelik toplum nezdinde meşruluk bile kazanır. Aynı işi sürümden kazanma ilkesiyle birçok erkekle yapan kadınsa ‘kötü kadın’, yani fahişe kalır.
Kadınların erkek öznesini de fuhşun vazgeçilmez bir ayıplı gerçeğinden saydığı gün toplumsal bakışın adaleti cinsel davranış ayıplarına cinsiyet ayrımı yapmadan tükürecektir. O zaman, ırzına geçilen sevgiyle kucaklanırken, ırza geçenin yüzüne tükürülür; o zaman, genelevde oturanla, genelevde ağırlanan; kuyruk sallayanla, bıyık buran; metresle metres tutan toplumun ahlâk terazisinde eşdeğer ağırlığa gelecektir. Bu ahlâk anlayışıyla büyümüş erkek, bakire değil bahanesiyle ‘namus’ cinayeti işlemeden önce kendine soracaktır: “sen hiç mi bir kadınla cinsel ilişkiye girmedin be adam!” Biz de kendimize bir soralım: Tıpkı genelevde çalışan kadınlar gibi, geneleve müşteri olan erkeklerin kimlik kaydı tutulsa, erkek mi yoksa kadın mı fazla çıkar?
Cinsel yaşamın ayıplı sandığımız yanlarını erkeğin elinin kiri, kadınınsa iffeti saymaktan vazgeçip, bunu bir kadın-erkek ortak eylemi olarak görmedikçe, kadının cinselliğini tutsak ederek erkeğin hizmetine pazarlayan 'yasal' ve kaçak fuhuştan hep kadın sorumlu tutulacaktır; ‘namus’ cinayetleri de bu sözde sorumluluğun bir bedeli gibi algılanabilecektir.
Kadın sahip çıkmalı cinsiyetdaşına. Önce kadın ayıplamalı, “vurun fahişeye; dokunmayın erkeğime” diye çığıran kadını. Kadın indirmeli, 'kötü kadına' kalkan yumruğunu… Önce annesi tükürmeli kadın cinselliğini satın alabileceğini düşünen oğlunun yüzüne. Ve kadın erkek yan yana karşı durabilmeli cinselliği sömüren her şeye.
Muharrem Soyek