10 Şubat 2024 Cumartesi

Dünya Sigara Bırakma Günü


 * “Dünya Sigarayı Bırakma Günü: (9 Şubat) 

Günü boş verin! Bugün sigara içmediyseniz yarın ve yarından sonra da içmeyin. Asla pişman olmazsınız. Sadece bir ay nikotin sıkıntısı çekersiniz; hani şöyle boşlukta yüzen alık balıklar gibi… Değmez mi? Bence değer. Bir süre alık ve aptal görünmek, hatta sakarlaşmak, ömür boyu ağız kokusu ve nefes darlığından daha mı korkunçtur? Sigara yüzünden çok daha beter olabilirsiniz; daha da korkutulmaya gerek duymaktaysanız, siz ancak ölümün eşiğinde sigaradan vazgeçersiniz. Bir bakıma “atın ölümü arpadan olsun!” der tüttürmeye devam edersiniz. Gene de her fani bir an geliyor sigara içmeyi bırakıyor… Çünkü ölüm, sigara kokan nefeslere gıcık, hızlandırılmış ecelle geliyor… Muharrem Soyek

31 Ocak 2023 Salı

Ülke Batar

 

Muhalefet kaybederse ülke mahvolur. Ve ilginç olansa iktidar kaybederse de ülkenin mahvolacağı iddia edilir. Hemen her seçimde böyle bir hava estirilir. Ülke mahvolmaz amma farklı görüşlerde 6 başlı bir iktidardan da hayır çıkmaz. Bakın, İstanbul Sözleşmesi altılı seçim beyanına alınmadı. İlk ve ortaeğitimde din dersini seçmeli yapmayı konuşamadılar bile. CB karar ve icraatları altılı onay imzasından geçecekse o CB iktidarda sayılır mı? "Hele bir seçilelim, kim takar altılı masayı!" hinliği de sökmez. Mecliste hır çıkar; AKP ile birleşip erken seçime gidilir. Ben altılı ittifakın birlikte iktidar olma fikrini siyasetin doğasına aykırı görüyorum.

Şu Anayasa'yı değiştirip de eski parlamenter düzene dönüş vaadi hem yersiz hem gereksiz olduğu gibi hem de büyük olasılıkla askıda geçersiz kalacaktır.  Parlamenter sisteme dönüşten gayrı, Altılı Masa ortak bildirgesinde vaat edilenlerin hepsi, şimdiki CB sisteminde çok daha kolayca yapılabilir şeyler. Öyleyse zorları ne? Sanırım devleti eski bürokratik hantallığına oturtup siyaseti devlet olanaklarından daha fazla nasiplendirmek olmalı. Güçlendirilmiş parlamento sanki şimdiki CB sisteminde yapılamazmış gibi tüm sistemi geriye doğru değiştirmenin başka ne anlamı ola ki? Zorunlu onay makamı sorumsuz bir CB ve yanında milletvekillerinden kurulu bir iktidarı, devlet arpalığını siyasi kayra yapmaktan alıkoyacak bir dokunulmazlık yasası bile yok. Oysa şimdiki sistemde CB karar ve eylemlerinden sorumlu tutularak doğrudan yargı denetimine ve takibine alınabilir. Sistemi kökten değiştirmekten daha kolay ve mantıklı olmaz mı? Siyasi partilerin en demokratik işletiliş yasaları çıkarılmadan; yargı erkince dokunulmazları kolayca denetleme hukuku belirlenmeden, demokrasinin hangi sistemle işletildiğinin hiçbir önemi yoktur. Bu iki durum ileri demokrasiye yaraşır biçimde düzenlenince zaten sistem değişikliğine gerek kalmıyor... M. Soyek

9 Kasım 2022 Çarşamba

Sol El Konçertosu

Sol El Konçertosu

*

Demek yazamadan

Demek okuyamadan

Demek konuşamadan

Hem de ölmeden yaşanabilirmiş

Ama sevmeden yaşanamıyor Üçgülüm


Bir ölüyle bir canlı

Bir bedeni bölüştük

Sağ yanım ölmüş

Sol yanım capcanlı


Demek yazamadan

Demek okuyamadan

Demek konuşamadan

Ama düşünebildiğim için seni yaşıyorum

Yaşayabildiğim için sevmiyorum

Sevdiğim için yaşıyorum


Bir kolum bir elim bir bacağım ve dilim tutmuyor

Öyle bir sevgi var ki içimde

O beni hâlâ diri tutuyor

Yazamasam da okuyamasam da konuşamasam da

Seviyorum seni Üçgülüm

Sevdikçe yaşıyor yaşadıkça seviyorum

*~Aziz Nesin~

15 Nisan 2022 Cuma

Kendinle Tanış Ol

 

İnsanın olduğu gibi görünüp de göründüğü gibi olması bence bir efsanedir. Çünkü kimse kendini eş zamanlı olarak tam da olduğu gibi görüntüleyemez. Olmak neyse de görünmek hepten de kişinin belirlediği bir durum değildir. Kişi, olduğu gerçekliğin tümünü gösterebilse bile, gösterdiği kendisi başkasının bilinç aynasından tıpkısı kendi olarak yansımaz. Gene de insan kendini bilebilir. Kendini bilmek, göründüğünden çok gösterdiğinin ne olduğunu bilmişliktir.

Kendini bilir olmaya götüren birçok felsefi, dinsel ve ideolojik yol açılabilir. Ancak; hiçbir arayış yolundaki insan, olduğunu ve olacağını tümüyle kapsayan biçimde kendini bilir olamaz. Kendini bilmek, kendinin olan niyetten ve eylemden gene ve sadece kendini sorumlu tutmaktır.

Bir Mevlâna deyişi olan, “Göründüğün gibi ol; olduğun gibi görün” öğüdü bana göründüğünden daha derin mana içeriyor gibi geliyor. Düz algıyla değil de geniş ve derin yorumsal algıyla ele aldığımda öyle geliyor. Özdeyiş, “Görüntünü mutlaka kendinden olan bir gerçeklikle sunasın ve her nasıl görülmüşsen onu da her zaman gönül aynandan dürüstlük yansınla doğrulayasın.” demek istiyor. Şöyle de ifade edebilirim: Dıştan dönen görüntünü sadece kendinden bildiğin gerçekle doğrula ve yanlışla; gösterdiğin kendini de her zaman kendin bildiğin dürüstlük aynandan yansıt.

Olduğu gibi görünmek hepten de kişinin elinde değildir. Aslına kalırsa kimsenin görünürlüğü hepten kendi öz kimliğinden (olduğundan) çıkma değildir; çünkü insan kendini ancak başka insanların algısından görünür yapabilir. Kişinin başkalarının algısına göreli görüntüsünde henüz kendiyle özdeşleşmeyen alıntı ve kalıntılar mutlaka olacaktır. Algılanan görüntüsünün ne kadarıyla kendinden olduğunun onayı da anca kişinin kendini bilir oluşu kadar güvenilirdir.

Hiç kimse, ne ise o olarak bilinmez; başkaları onu ne yaptıysa o öyle bilinir, öyle kabul edilir” diyor Schopenhauer. Yani, nasıl algılanıyorsak öyle görünürüz. Hiç kimse de kendini olduğu gibi algılatmayı beceremez; çünkü olduğumuz sanısıyla gösterdiğimiz her neyse, karşı algının bilinçsel mana kavrayışıyla yeniden biçimlenir. Sanırım Mevlânâ özdeyişindeki derin mana, “oluşta ve görüntüde kendin olanı bilmiş ol” demeye varıyor.

Kendini bilmiş bilinç ile kendin olmak değişkenlik yönetimi ister. Kendini bilmek, kişinin somut ve soyut gerçeklikte varoluşa yürüdüğü yol yordamı bilinçli istençle seçebilir ya da yapabilir olmasıdır. İşte bu “Kendini bil!” öğüdü çok daha yerinde bir anlam yapıyor. İçten gelen saygıyla tanışmaya duran kendini bilmişler, birbirlerini ne oldukları ne gördükleri ne de göründükleri gibi etiketleyip paket ederler… Sadece kendilerindeki varoluş değişkenliklerini anlayıp bilmeye niyetlenirler. Söz konusu kendini bilme’ erdemi bir değişim bilincidir. Olduğu ve göründüğü hâlini kişi mutlak kalıcı kendi saymaz da her olduğu ve göründüğü kendinden yeniden olma ve görünme bilinciyle değişmeye rağbet eder.

Olduğumuz gibi görünmek ve göründüğümüz gibi olmaya yeminli kalmaktansa, kendimizi olmuş kendilerimizden daha iyi olmaya değiştirmeliyiz. Yani, olduğu gibi görünmede ve göründüğü gibi olmada kalmayı dürüstlük onuru yaparak değişime direnen sözde omurgalı kendimizi aradan çıkartıp, daha iyi ve güzel olmaya niyetlenen yiğit yürekli ‘dönekliğimizi’ de kucaklamalıyız. İyiye, doğruya ve güzele dönmek onurlu bir vazgeçiş dönekliğidir... “Kendi kendini yenmek zaferlerin en büyüğüdür” der Eflatun. Sözün bendeki manası, ‘kendini bilerek değişmek zaferlerin en büyüğüdür…’ demeye gelir.

Düşüncemizi ve kalbimizi mühürlemeyelim; ancak, kendimizi vicdan, edep ve mantık süzgecinden geçirmeden de dışarıya servis etmeyelim. Sevgi bile tartılıp biçilip öyle sunulmalı ki, sevdiğimizi sevgi kıskacıyla bunaltmayalım. ‘Olduğumuz gibi görünelim, göründüğümüz gibi olalım’ sözünü, ‘içimizde ne varsa olduğu gibi dürüstçe çıkartalım’ ahmaklığına çevirmeyelim. Önce içimizde olgunlaşalım, ondan sonra olmuş bellediğimiz kendimizden seçkiyle görünelim. Dışımızdaki algıdan yansıyan görüntümüzün ne denli olduğumuzdan olduğunu da mutlaka dürüstçe yanıtlayalım. İnsanı güvenilir yapan şey, dışına çıkardığını olduğu kendinden görünür etme dürüstlüğüdür. Bunun içinse kendimizi bilip de bildiğimizden bilinir olmaya görünmek gerekir… Muharrem Soyek


2 Mart 2022 Çarşamba

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem

 

Yürütme erkinin iktidar kadrosunu meclis içinden gene meclis onayıyla çıkartmak yürütme erkini seçme hakkını halkın elinden almakla anca olasıdır. Anayasal bir değişim ister. Ve bu değişimle parlamento güçlendirilmiş olmaz; sadece siyasi iktidarın başı bir Başbakan ve devleti temsilen de yetkisiz bir Cumhurbaşkanı atama görevi  verilmiş olur. Millet İttifakı siyasi muhalefetin 28 Şubat ortak açıklaması, güçlendirilmiş seçim vaatlerinden ileri daha demokratik bir sistem değişikliği getirmemiş... Hatta demokrasiyi geriletici bir sistem yapısı var. Yürütme erkini doğrudan halkın seçmesi engellenmiş. Aslında demokrasi adına ileri sürdükleri yerinde öneriler var amma onların hepsi de şimdiki Cumhurbaşkanlığı sistemine ulanabilir yasa değişiklikleri.

Şu andaki anayasal kazancımız, yürütme erkinin yasama erkinden ayrılmış, kendi sorumluluğuna çekilmiş olmasıdır. Yürütme erkinin doğrudan seçilmesi yerindedir. Var olan sistem içinde TBMM güçlendirilebilir. Köklü bir sistem değişikliği hem gereksiz hem umutsuz hem de demokrasiyi ileri götürecek bir öneri değil. Diyesim o ki şimdiki meclisin, yani yasama erkinin yürütme erki üzerindeki denetim unsurları güçlendirilse ve yargı erkinin de yargısal süreç bağlamında yürütmenin ve hatta yasama erkinin yönlendirme bağından koparılması, şahane bir demokratik sistem oluşturabilir. Demokrasideki güçler ayrılığını hem özerk hem iş birliği içinde tutabilmeliyiz. Geri dönüş gayreti kanımca umutsuz bir maceradır.

Başkanlık sistemini, hükümet kuracak erki doğrudan halkın seçmesi olarak görüyorum. Şimdi kalkıp da hükümetin yasama erki meclis içinden ve gene meclis tarafından seçilmesini istemek, ileri demokrasinin güçler ayrılığı ilkesini üçten ikiye düşürmek, ya da en azından yürütme erkini zayıflatmak olmaz mı? Ayrıca bu neyi değiştirir ki? Hükümet ya mecliste çoğunluğu olan parti tarafından kurulacak ya da çoğunluk olmadığında partilerin iktidar koalisyonu ile kurulacak; tabi o da pazarlıkta anlaşılabilirse. Her iki durumda hükümet herhangi bir partinin başkanı emrinde olmayacak mı? Peki, partili yürütme başı bağlamında şimdiki durumdan farkı ne ola ki? Meclisin seçeceği bir Cumhurbaşkanı ve gene meclis içinden vekillerle bir başbakan emrinde kurulacak yürütme kurulu... Bunun neresi demokrasiyi ileri götürür ki? Eskiden de böyleydi zaten ve bizim demokrasi pek de ileri değildi. TBMM iktidardan pay kapma arenası yapılırsa, doğrudan seçmene hesap verecek bir yürütme erki bağımsızlığı olmayacağı gibi, yasama erki de kendini gene kendi iktidar hırsına bağlayarak bağımsızlığını kendiliğinden yitirecektir.

Bence, yapılması gereken şey gene Cumhurbaşkanlığı sistemi içinde kalarak yasama erki olan meclisin denetim ve sorgu gücünü artırmak ve hemen yanında yargı erkini de yürütme ve hatta yasama erkine karşı güçlendirmek olmalıdır. Örneğin: Yargı erkinden kurumsal görüş ve öneri almadan Meclis yasa çıkaramaz yapılmalıdır. Örneğin: Yürütme erki, yargı erkinin yargılama kurumlarına atama yapamaz olmalıdır. Ancak böylece demokrasiyi güçlendirmiş oluruz. Sözde Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem adına, demokrasinin güç kollarından birini zayıflatmak ya da aradan çıkartıp bir diğerine bağlamakla anca ilkel demokrasiye döneriz. Demokrasi hepten ne güçler birliği ne güçler ayrılığı ilkesine bağlanarak güçlendirilir. Demokrasi anca toplumun yönetici güçlerinin özerk işlerliğinde iş birliği hukukuna bağlı tutulmasıyla güçlenir. 

Muharrem Soyek


8 Şubat 2022 Salı

Yolcu Yolda Yol yolculukta

*

Yol bilinmiyorsa başlangıç nicedir? Yolcu, bulunduğu yerin bilinciyle ve yolla birlikte yürürken nereye varacağını yoldan öğrendiği bilgiyle düşünüp yeniden emel eder. Bu yüzden yolcunun önce bulunduğu yerin, yani yoldaki kendini bilmesi ve yolcular arasındaki konumunun bilincine varması gerekiyor. Sonrası, yolla birlikte varacağı olası erişime doğru yürümektir… Varılacak yer, elbette yolculuk bilinciyle değiştirilebilir.


26 Aralık 2021 Pazar

Yeni Yıl

 

HER YENİ YIL YENİ UMUTLARLA KARŞILANIR; UMUTLARIN ELLERİNDEN TUTUN Kİ, GERÇEK OLABİLSİN UMUDUNUZ...

Zamanı anlamlandıran insandır. Eskitebileceğimiz yeni bir yıl yok aslında; fakat bir yeni başlangıç anı hep vardır. Geçmişini bugünün bilgisine danışman yap; onu saygıyla hatırla; ancak geçmişinle ilintili kinleri, hayal düşüklerini ve gönül acılarını gittikçe çürüyen bir ruh gibi geleceğine taşımaktan da vazgeç.

Bu yıl kendine bir iyilik yap, ve daha çok gülümse; daha çok affet; zorlansan bile daha hoşgörülü olmaya çalış. daha güzel yemek, hoş sohbet, daha çok şarkı, daha çok dans iste; bir ağustos gecesi bülbülleri dinleyerek ay ışığında gezinmek için bir bahane iste...

Dünyaya bir kez doğabileceğini ve evrenin sonsuz büyüklüğünü düşünürsen, hayatın sonu gelmişçesine tasalandığın ve kırıldığın şeylerin ne kadar küçüldüğünü görebilirsin. Bir ışık yak bu yılın ateşinden ve yeni bir yol aç kendine. Hayatın aşk yollarında ruhunun fenerini hiç söndürme bu yıl. Hadi kıpırda biraz, kendin için bir ateş yak...

YENİ YIL ATEŞİ

Ölü yapraklar düşmekte

“Değişen dönektir” diyen üstüne

Bense değişirim döne düşüne

Eski yıldan alaz yeni yıl ateşimle.

 *

Anlam topal kalır sade bilimden

Bir mana daha çekmeli gönülden

Tutuşmalı insan yürek içinden

Umut ışıtan yeni yıl ateşinden.

Gelmişim geçmişin dibinden

Giderim gelecek peşinden

Evrim evrim zaman elinden

Yana yakıla değişirim ben

Her yeni yıl ateşinden.

Döner devran

Evrilir irfan

Akıl gelir başa

Putlar döner taşa

Ben gene yanarım ezelimden

Yılları yakan gelecek özümden…



 * (08 Ocak 2011)*

Yeni bir yıl yoktur kapıdan içeri girecek, tıpkı eskiyen bir yıl olmadığı gibi çöpe atılacak. Sadece yeni hayaller ve eski özlemler vardır toplanacak.
*
"Mayalar, Yahudiler, Araplar, Çinliler ve bu dünyanın diğer birçok sakini için bugün yılın ilk günü değil. Bugünün tarihini Vatikan tarafından kutsanan emperyal Roma belirlemiştir. Yılların bu sınır geçişini bütün insanlığın kutladığını söylemek abartılı bir ifade sayılabilir. Gene de şunu kabul etmek gerekiyor: Zaman herkese, yani gelip geçici yolcularına karşı yeterince sevecendir; yılbaşının güzel günlerin ilki olabileceğine inanmamıza ve onun sonsuz bir düğün neşesiyle karşılanmasına izin veriyor.” Eduardo Galeano, "Ve Günler Yürümeye Başladı"

Noel bayramının kökeni Türkler olamaz mı?

Yüzyıllardır Hıristiyanlarca İsa’nın doğumu olarak kutlanan Noel Bayramı biçimsel özellikleri bakımından eski Türklerin yeniden doğuş bayramı olan Nardugan'a çok benzemektedir. 

Konuyu irdelerken, Türk Devletleri'nden başka yerlerde aynı konuyu bilen var mı diye sorgulamaya başlamıştım. İran’ın Azeri bölgesinden, İsmail Bey’den yanıt geldi; verdiği yanıt birebir aynı olmasa da elimdeki bilgilere çok uyduğunu gördüm. 

Anlatılan şöyle: 

Türklerin, tek tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre, yerin göbeği sayılan yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı bulunur. Bunun tepesi gökyüzünde oturan Tanrı Ulgen’in sarayına kadar uzanır; buna hayat ağacı diyorlar. Bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimizde görebiliriz. İnsanların koruyucusu Tanrı Ulgen, sakallı ve kaftan giymiş olarak ağacın tepesindeki sarayında oturur; geceyi, gündüzü ve güneşi yönetmek onun marifetidir. 

Türkler için güneşin hareketi çok önemli bir olaydır. İnançlarına göre gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 21-22 Aralık’ta gece gündüzle savaşır. İşte bu gecenin sonunda, uzun bir savaştan sonra güneş geceyi yenmiş ve gün içinde daha uzun süre seyretmeyi hak etmiş olarak doğacaktır. Zafer gününe çıkan önemli bir gecedir. Güneşin yeniden doğuşu olarak algılanan bu özel gün, eski Türk geleneklerinde yaygın biçimde Nardugan Bayramı (beyremi) olarak kutlanırdı: 

nar=güneş, tugan, dugan=doğan. nardugan = Doğan güneş. 

Hâlâ daha bu gelenek Tatarlar, Başkirler, Çuvaşlar ve Karaçay-Malkarlar tarafından etkin biçimde yaşatılır. Türkler, gecelerin kısalmaya, günlerin uzamaya başladığı günü "Nardugan Beyremi" olarak büyük şenliklerle akçam ağacı altında kutluyorlar. Güneşi geri verdiği için Tanrı Ulgen’e dualar ediyorlar. Duaları tanrıya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar, dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlardı. İnanca göre bu dilekler muhakkak yerine geliyormuş. Bu bayram için, evler temizleniyor. Güzel giysiler giyiliyor. Ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar. Yaşlılar, büyük babalar, nineler ziyaret ediliyor, aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiyorlar. Bu gece için yaş ve kuru meyvelerin yanına özel yemek ve şekerleme yapıyorlardı. İnanca göre bu bayram aile ve dostlar bir araya toplanarak kutlanırsa, ömürler çoğalır, uğurlar gelirmiş. Tıpkı Hıristiyanların Noel yemeği gibi... 

İsa'nın memleketi Filistin’de akçam ağacını bilmezlermiş zaten. O yüzden bu geleneğin, Hunların Avrupa’yı talan edişleri sırasında Türkler'den Hıristiyanlar'a geçtiği söylenir. Meydan Larousse’da, Hz. İsa evrenin nuru olarak ifade edilir, ve Noel kutlaması geleneğinin pagan halklardan alınıp Hz. İsa’ya yakıştırıldığı yazılıdır. İmparator Konstantin (324-337) zamanında İznik’te toplanan konsülde, 22 Aralık’ta güneşin doğumu için yapılan bu "pagan bayramı" Hz. İsa’nın doğum günü varsayılarak 24 Aralık’a alınıyor ve adına da Noel Bayramı deniliyor. Batı kilisesi ise, yani Katolikler 25 Aralık’ta kutluyorlar. Çam süsleme geleneğiyse eldeki kayıtlara göre ilk olarak 1605’te Almanya’da görülüyor; oradan Fransa’ya geçiyor. 

Özet derleme kaynağı: Muazzez İlmiye Çığ 18.12.2007 - Vatan Gazetesi /30.12.2007

(Yorum notum: Burada sözü edilen "hayat ağacı" birçok efsane ve tarihi gelenekte görülebilir; ancak gene de, Hıristiyan âlemi en büyük bayramını göçebe ve ilkel olarak tanımladığı Türkler'den alıp kendine uyarlamıştır desem başım ağrımaz. Noel'in İsa’nın doğumu ile ilgili tarihi veya dinsel bir kültürel köken bağı zaten bulunmuş değil. Noel aslında gündüzün geceyi alt edişidir. Güneşin başını kaldırıp yeniden dirildiği zamandır. Türkler'den, ya da başka bir kavim veya kültürden alınmış olmasının bence bir önemi yoktur. Hıristiyanlıktan önce de kutlanagelen bir geleneğin Hz. İsa'nın doğum kutlamalarına uyarlanmasıdır, asıl önemsenmesi gereken bilgi. Noel başkaydı amma Christmas (Hz. İsa'nın kutlu doğumu) ile bir edildi.

*Katoliklerin Babbo Natale dedikleri “Doğum Baba” yı Fransızlar dillerine Noel diye çevirmişlerdir. Fransızca Noel sözcüğü doğum anlamına gelir. Biz de aslında "Yeni Doğum" ve "Doğum Baba" diyeceğimize, Fransızca’dan Noel ve Noel Baba olarak aktarmışız. Hıristiyanlık'tan önceki pagan dinleri döneminde yaşayan Kelt kavimleri, Aralık ayı sonlarına doğru bir günde doğanın bahara gebe kalışını kutlarlarmış; bu güne de “Doğum Baba Bayramı” derlermiş. 

Hıristiyanlığın Roma topraklarına yerleşmesinden sonra, halk arasında yaşatılmakta olan "Doğum Baba Bayramı" Hıristiyan bir kimliğe büründürülüp, aynı isimle yaşatılmış; Doğum Baba imajı da kutlama geleneklerine yerleşmiş. Ama o zamanki Doğum Baba Bayramı’nda şimdiki gibi kırmızı elbiseli, ren geyiklerinin çektiği kızağıyla dolaşan, göbekli bir Doğum Baba (Noel Baba) yokmuş. 

Katolik olmayan Hıristiyan ülkelerde Santa Claus veya Christmas olarak bilinir. Katolikler yılın her gününü bir azize atfettiklerinden bu günü de aziz San Claudio adıyla anarlar. Tabi bir de Antalyalı Aziz Nikola vardır. Hikâye, Antalya Kale doğumlu tarihsel bir figür olan piskopos Nikola'nın fakirlere hediye dağıtmasına dayanır. Bilinen en meşhur hikayesi de, üç kızı olan bir babayla arasında geçenlerdir. Bu olayın 320'li yıllarda gerçekleştiğine inanılır. Fakir babanın kızlarına çeyiz parası karşılayacak durumu yoktur, bu yüzden hiçbir erkek onlarla evlenmek istemez. Böyle bir durumda da kızlar kötü yola düşmek zorunda kalabilirlerdi. Oldukça zengin olan Nikola üç kız için üç külçe altını geceleyin gizlice fakir adamın penceresinden içeri atar. Ancak fakir baba kendisini görmüş ve ertesi gün dualarla teşekkür etmeye gelmiştir. Bir rahip olan Nikola, "Bana değil, Tanrı'ya şükret." der. Bu olayın ortaya çıkmasından sonra, o yörede birçok gizlice yapılan yardımların aslında Nikola tarafından yapıldığı anlaşılır. Nikola'nın ölümünden sonra da yöre halkı birbirlerine gizlice hediye vermeye devam eder ve bir gelenek oluşur. 

Benzeri bir gelenek İskandinav ülkelerinde varmış; hatta bugün de bu gelenek yer yer sürdürülmektedir. Ancak bunun adı Kış Baba'dır. Geleneğe uygun olarak kırmızının hâkim olduğu rengarenk giysiler içinde bir adam, ren geyiklerinin çektiği bir kızakla evleri ziyaret edip çocuklara hediyeler verir, böylece çocukları sevindirmekle uzun ve karanlık kış günlerinin çocuklar üzerindeki depresyon etkisi hafifletilmek istenirmiş. Ancak bu geleneğin dinsel bir yönü yoktur. 

1863 yılında New York’un üst düzeydeki bir din yetkilisi, Noel arifesi New York Times gazetesinde yayınlanan “Noel Makalesi”nde şöyle yazmış: “Doğum Baba deyince aklıma güler yüzlü, tombul, saçları ve sakalları bembeyaz, çocukların sevgilisi biri geliyor” 

Bu tanımı değerlendiren İskandinav asıllı bir sanatçı, Thomas Nast, ABD'de yayınlanan Harper's Weekly dergisine kapak resmi olarak bugün bildiğimiz Noel Baba'yı çizmiş; ren geyiklerinin çektiği kızak, kırmızı çizmeli, kırmızı elbiseli, kırmızı şapkalı, ak sakallı, göbekli ve şirin bir Noel Baba... bir de süslü püslü bir çam ağacı çizmiş. Bu çizimleri çok beğenen Coca Cola Şirketi, Doğum Baba’nın telif hakkını sanatçıdan satın almış. 1865 Noel’inde Coca Cola şirketi Amerika’nın bir çok kentinde, kent meydanına süslü çam ağaçları dikmiş; bu ağaçların dibinde Noel Baba giyimli insanlar çocuklara hediyeler vererek Coca Cola reklamı yapmaya başlamışlar. 

Olay Amerika’da bomba gibi patlamış; o güne kadar soyut bir kavram olmaktan öteye gitmemiş olan Doğum Baba, ete kemiğe bürünmüş somut bir şekilde Noel Baba olarak önlerinde durmaktadır. Ertesi yıl karşı konulmaz bir patlamayla Noel Baba bütün Hıristiyan dünyasına yayılır. Hıristiyan dünyası büyük bir eksikliğini gidermiştir. Bir sanatçı ve Coca Cola'nın ticari reklam dehası sayesinde anlamsız ve renksiz bir Noel (Doğum Baba) Bayramı, İskandinav kökenli Kış Baba ile birleşince, süslü çam ağaçlarıyla, ren geyikleriyle, kırmızı elbiseli, ak sakallı tombul dedeyle cümbüşlenip herkesin, özellikle de çocukların sevinç kaynağı olmuştur. 

Coca Cola şirketi bu gelişmeye hiçbir hukuki itirazda bulunmamış, aksine Hıristiyan dünyasına Noel Baba’yı hediye etmekten memnunluk duyduğunu belirtirmiştir. 

*Her ne kadar geleneksel kökeni Hıristiyanlığa dayanmasa da, Noel, artık bir “Doğum Baba" bayramı olmaktan çıkmıştır. Katoliklerin ve Protestanların 24/25 Aralık akşamı, Ortodoksların da 7 Ocak’ta kutladıkları Noel, artık Hz. İsa’nın doğum kutlaması "Christmas" olmuştur. (Fransızca'da "noel" sözcüğün "eril" halidir; dişil olanı "noelle" şeklinde yazılır. Christmas = Noel, çünkü Hz. İsa erkektir) 

Noel’de kiliselerde, sokaklarda, meydanlarda, ve hatta evlerin bir köşesinde Hz. İsa’nın Beytüllahim’deki (Bethlehem) doğumunu canlandıran bir maket oluşturulur: Bir ahır, yerlerde samanlar, birkaç koyunla birlikte Meryem ve kucağında bebeği... Bugünkü Beytüllahim İsrail’in işgali altındaki Batı Şeria’da bir Filistin şehridir. Acıların anası hâlâ bu şehirde oturur. İsrail’in etrafına duvar örerek dev bir tutukevine çevirdiği bu şehre Hz. İsa bile gökten inmeye cesaret edemedi.... Oysa en görkemli Noel kutlamaları Beytüllahim'de yapılmalıydı... Hıristiyan âleminin bunu neden umursamadığını hiç anlayabilmiş değilim.
*
Gelelim Yeni Yıl kutlamalarına: Bu kutlamaları Noel ile karıştıran birçok Müslüman, Türkiye'deki yeni yıl kutlamaları öncesi ortaya çıkan Noel Baba'yla, çam süslemelerini ve yılbaşı gecesi tüketilen alkolü bahane ederek, yeni yıl kutlamalarından hiç haz duymazlar; bilakis bu kutlamaları imandan çıkma nedeni sayarlar. Çünkü onlar Hıristiyanların Christmas kutlamalarını, yani Noel Bayramı'nı, yılbaşı kutlaması sanırlar. Oysa Hıristiyanlar da Christmas'ın hemen peşinden, 31 Aralık gecesi yeni yılın başlangıcını kutlarlar. Aslında günümüzdeki Noel Baba da bu yeni yıl gecesinin küresel simgesi olmuştur. Bütün dünya kutlar; Hıristiyanlar, Müslümanlar, dinliler ve dinsizler, Bir Ocak gününü yeni yılın ilk günü belleyen herkes, 31 Aralık gecesi yeni yılın gelişini kutlar. Dünyada yeni yıl kadar yaygın olan bir kutlama daha yoktur. Üstelik herkes bu takvim değişimini gönlüne göre kutlama özgürlüğüne sahiptir. Bizim yılbaşı kutlamalarımız geçmişimizden gelen bir "Nardugan Bayramı" geleneğidir. Biz Hz. İsa'nın değil, yeni yılın doğumunu kutlarız.. Kaldı ki, Hz. İsa'nın doğum gününü Müslümanlar kutlayamaz diye bir yasak Kuran bilgisiyle anlamsız kılınabilir; çünkü Hz. İsa Kuran sözüyle Hak katında saygın bir peygamber kutsiyetinde anılır. Gene de yeni yılı karşılama kutlamasında biz dini özelliğinden bağımsız kültürel biçimini esas almalıyız. Bizim için esas olan kutlamanın küresel kültür etkinliğine dönüşmüş olmasıdır.

Bence Müslümanların Noel kutlaması yapması yasaklanamaz elbette; fakat gereksiz ve dini kimliğiyle de ilgisiz bir şey olacaktır. Bizim derdimiz yılbaşı kutlamasını Noel kutlaması sanmamızdan kaynaklanıyor. Yılbaşını Noel Baba simgesiyle karşılamayı Hz. İsa'nın doğumunu kutlama sanırız ve gene aynı cahillikle de öyle sandırmaya devam ederiz. Öyle ya da böyle şu da bir gerçektir ki, Noel ve Christmas Hıristiyan dünyasında artık eşanlamlı olmuşlardır. Gene de yeni yıl kutlamasının dinsel bir olgu olmadığını adım gibi söyleyebilirim. Öyle olaydı dinli dinsiz tüm dünyada kutlanır olmazdı zaten.

Miladi takvime göre başlayacak olan yeni yıl kutlamasında din olgusu yoktur. Tüm dünyada her dinden insan bu günü kutlamaktan hoşlanır. Yeni yıla güzel dua ve dileklerle girmek ister. Yeni yıl kutlaması küresel bir insanlık duasıdır aynı zamanda. Hıristiyanlar Noel (kutlu doğum) ile yeni yılı birlikte kutlarlar. 22-25 Aralık'ta başlarlar yeni yılın ilk gününe kadar giderler. Hıristiyan olmayan âlem de sadece yeni yılın gelişini kutlar.

Artık bilmeliyiz ki Hıristiyan âlemi “Christmas ve Noel” yani Hz. İsa'nın doğumuyla Noel Baba'lı yeni yıl kutlamasını peş peşe zaman aralıksız yapmaktadır. Aslında Hıristiyan âlemi dışında Hz. İsa’nın doğum günü kutlanmıyor. Sadece, yeni yılın gelişi Noel Baba süslemesiyle kutlanıyor. Müslüman toplumun yılbaşı kutlaması, hindi dolması ve çam ağacı hiçbir zaman Hz. İsa’nın kutsal doğumunu kutlamayı amaçlamadı. Bence bu hatalı algıyı değiştirmek için yeni yıl kutlamasına belki de Nasreddin Hoca'yı simge yapmalıydık. Çocuklara anca parası karşılığında düdük getiren bir Nasreddin Hoca, artık doğalgaz bacasına sığmayacak bir Noel Baba’dan daha gerçekçi olurdu. Zaten makbul olan herkesin kendiyle özdeşleştirdiği mana ve dileklerle doğum günlerini kutlamasıdır.

Aslında yılbaşı kutlaması Hz. İsa ile ilgisiz, Müslümanlık ile de ilgisiz; tüm dinlerden bağımsız küresel bir umut festivalidir.
*
Geçmişin bilgisi ve geleceğin hayaliyle birlikte "şimdi" var olmanın bilincidir zamanı güzel eden. Eski yıl işe yaramadıysa, buyurun size yeni bir yıl... Hepinizin yeni yılı kutlu ve mutlu olsun!

Bendeniz takvimci başınız yeni bir yılı hizmetinize sunmaktan onur duyarım. Yedeği olmadığı için lütfen garanti servisimizi meşgul etmeyin. Muharrem Soyek

Sadece kendi yılından sorumlu Genel Müdür Muharrem Soyek