10 Şubat 2024 Cumartesi

Dünya Sigara Bırakma Günü


 * “Dünya Sigarayı Bırakma Günü: (9 Şubat) 

Günü boş verin! Bugün sigara içmediyseniz yarın ve yarından sonra da içmeyin. Asla pişman olmazsınız. Sadece bir ay nikotin sıkıntısı çekersiniz; hani şöyle boşlukta yüzen alık balıklar gibi… Değmez mi? Bence değer. Bir süre alık ve aptal görünmek, hatta sakarlaşmak, ömür boyu ağız kokusu ve nefes darlığından daha mı korkunçtur? Sigara yüzünden çok daha beter olabilirsiniz; daha da korkutulmaya gerek duymaktaysanız, siz ancak ölümün eşiğinde sigaradan vazgeçersiniz. Bir bakıma “atın ölümü arpadan olsun!” der tüttürmeye devam edersiniz. Gene de her fani bir an geliyor sigara içmeyi bırakıyor… Çünkü ölüm, sigara kokan nefeslere gıcık, hızlandırılmış ecelle geliyor… Muharrem Soyek

31 Ocak 2023 Salı

Ülke Batar

 

Muhalefet kaybederse ülke mahvolur. Ve ilginç olansa iktidar kaybederse de ülkenin mahvolacağı iddia edilir. Hemen her seçimde böyle bir hava estirilir. Ülke mahvolmaz amma farklı görüşlerde 6 başlı bir iktidardan da hayır çıkmaz. Bakın, İstanbul Sözleşmesi altılı seçim beyanına alınmadı. İlk ve ortaeğitimde din dersini seçmeli yapmayı konuşamadılar bile. CB karar ve icraatları altılı onay imzasından geçecekse o CB iktidarda sayılır mı? "Hele bir seçilelim, kim takar altılı masayı!" hinliği de sökmez. Mecliste hır çıkar; AKP ile birleşip erken seçime gidilir. Ben altılı ittifakın birlikte iktidar olma fikrini siyasetin doğasına aykırı görüyorum.

Şu Anayasa'yı değiştirip de eski parlamenter düzene dönüş vaadi hem yersiz hem gereksiz olduğu gibi hem de büyük olasılıkla askıda geçersiz kalacaktır.  Parlamenter sisteme dönüşten gayrı, Altılı Masa ortak bildirgesinde vaat edilenlerin hepsi, şimdiki CB sisteminde çok daha kolayca yapılabilir şeyler. Öyleyse zorları ne? Sanırım devleti eski bürokratik hantallığına oturtup siyaseti devlet olanaklarından daha fazla nasiplendirmek olmalı. Güçlendirilmiş parlamento sanki şimdiki CB sisteminde yapılamazmış gibi tüm sistemi geriye doğru değiştirmenin başka ne anlamı ola ki? Zorunlu onay makamı sorumsuz bir CB ve yanında milletvekillerinden kurulu bir iktidarı, devlet arpalığını siyasi kayra yapmaktan alıkoyacak bir dokunulmazlık yasası bile yok. Oysa şimdiki sistemde CB karar ve eylemlerinden sorumlu tutularak doğrudan yargı denetimine ve takibine alınabilir. Sistemi kökten değiştirmekten daha kolay ve mantıklı olmaz mı? Siyasi partilerin en demokratik işletiliş yasaları çıkarılmadan; yargı erkince dokunulmazları kolayca denetleme hukuku belirlenmeden, demokrasinin hangi sistemle işletildiğinin hiçbir önemi yoktur. Bu iki durum ileri demokrasiye yaraşır biçimde düzenlenince zaten sistem değişikliğine gerek kalmıyor... M. Soyek

9 Kasım 2022 Çarşamba

Sol El Konçertosu

Sol El Konçertosu

*

Demek yazamadan

Demek okuyamadan

Demek konuşamadan

Hem de ölmeden yaşanabilirmiş

Ama sevmeden yaşanamıyor Üçgülüm


Bir ölüyle bir canlı

Bir bedeni bölüştük

Sağ yanım ölmüş

Sol yanım capcanlı


Demek yazamadan

Demek okuyamadan

Demek konuşamadan

Ama düşünebildiğim için seni yaşıyorum

Yaşayabildiğim için sevmiyorum

Sevdiğim için yaşıyorum


Bir kolum bir elim bir bacağım ve dilim tutmuyor

Öyle bir sevgi var ki içimde

O beni hâlâ diri tutuyor

Yazamasam da okuyamasam da konuşamasam da

Seviyorum seni Üçgülüm

Sevdikçe yaşıyor yaşadıkça seviyorum

*~Aziz Nesin~

15 Nisan 2022 Cuma

Kendinle Tanış Ol

 

İnsanın olduğu gibi görünüp de göründüğü gibi olması bence bir efsanedir. Çünkü kimse kendini eş zamanlı olarak tam da olduğu gibi görüntüleyemez. Olmak neyse de görünmek hepten de kişinin belirlediği bir durum değildir. Kişi, olduğu gerçekliğin tümünü gösterebilse bile, gösterdiği kendisi başkasının bilinç aynasından tıpkısı kendi olarak yansımaz. Gene de insan kendini bilebilir. Kendini bilmek, göründüğünden çok gösterdiğinin ne olduğunu bilmişliktir.

Kendini bilir olmaya götüren birçok felsefi, dinsel ve ideolojik yol açılabilir. Ancak; hiçbir arayış yolundaki insan, olduğunu ve olacağını tümüyle kapsayan biçimde kendini bilir olamaz. Kendini bilmek, kendinin olan niyetten ve eylemden gene ve sadece kendini sorumlu tutmaktır.

Bir Mevlânâ deyişi olan, “Göründüğün gibi ol; olduğun gibi görün” öğüdü bana göründüğünden daha derin mana içeriyor gibi geliyor. Düz algıyla değil de geniş ve derin yorumsal algıyla ele aldığımda öyle geliyor. Özdeyiş, “Görüntünü mutlaka kendinden olan bir gerçeklikle sunasın ve her nasıl görülmüşsen onu da her zaman gönül aynandan dürüstlük yansınla doğrulayasın.” demek istiyor.

Şöyle de ifade edebilirim: Dıştan dönen görüntünü kendinden bildiğin gerçekle doğrula ve yanlışla. Gösterdiğin kendini de her zaman kendin bildiğin dürüstlük aynandan yansıt.

Olduğu gibi görünmek, hepten de kişinin elinde olan bir şey değildir. Aslına kalırsa kimsenin görünürlüğü hepten öz kimliğinden (olduğundan) çıktığı gibi değildir; çünkü insan kendini ancak başka insanların algısından görünür yapabilir. Kişinin başkalarının algısına göreli yansı yapan görüntüsünde kendinden olmayan hatalar mutlaka olacaktır. Başkasınca algılanan görüntüsünün ne kadarıyla doğruca kendinden olduğunun onayı da anca kişinin kendini bilir oluşu kadar güvenilirdir.

“Hiç kimse, ne ise o olarak bilinmez; başkaları onu ne yaptıysa o öyle bilinir, öyle kabul edilir” diyor Schopenhauer. Yani, nasıl algılanıyorsak öyle görünürüz. Hiç kimse de kendini olduğu gibi algılatmayı beceremez; çünkü olduğumuz sanısıyla gösterdiğimiz her neyse, karşı algının bilinçsel mana kavrayışıyla yeniden biçimlenir. 

Sanırım Mevlânâ özdeyişindeki derin mana, “oluşta ve görüntüde kendin olanı bilmiş ol” demeye varıyor.

Kendini bilmiş bilinç ile kendin olmak değişkenlik yönetimi ister. Kendini bilmek, kişinin somut ve soyut gerçeklikte varoluşa yürüdüğü yol yordamı bilinçli istençle seçer ya da yapar olmasıdır. İşte bu “Kendini bil!” öğüdü çok daha yerinde bir anlam yapıyor. İçten gelen saygıyla tanışmaya duran kendini bilmişler, birbirlerini ne oldukları ne gördükleri ne de göründükleri gibi etiketleyip paket ederler… Sadece kendilerindeki varoluş değişkenliklerini anlayıp bilmeye niyetlenirler. Söz konusu ‘kendini bilme’ erdemi bir değişim bilincidir. Olduğu ve göründüğü hâlini kişi mutlak kalıcı kendi saymaz da her olduğu ve göründüğü kendinden yeniden olma ve görünme bilinciyle değişmeye rağbet eder.

Olduğumuz gibi görünmek ve göründüğümüz gibi olmaya yeminli kalmaktansa, kendimizi olmuş kendilerimizden daha iyi olmaya değiştirmeliyiz. Yani, olduğu gibi görünmede ve göründüğü gibi olmada kalmayı dürüstlük onuru yaparak değişime direnen sözde omurgalı kendimizi aradan çıkartıp, daha iyi ve güzel olmaya niyetlenen yiğit yürekli ‘dönekliğimizi’ de kucaklamalıyız. 

İyiye, doğruya ve güzele dönmek onurlu bir vazgeçiş dönekliğidir... “Kendi kendini yenmek zaferlerin en büyüğüdür” der Eflatun. Sözün bendeki manası, ‘Kendini bilerek kendini değiştirmek, en kutlu kendini yenme zaferidir…’ demeye gelir.

Düşüncemizi ve kalbimizi mühürlemeyelim; ancak, kendimizi vicdan, edep ve mantık süzgecinden geçirmeden de dışarıya servis etmeyelim. Sevgi bile tartılıp biçilip öyle sunulmalı ki, sevdiğimizi sevgi kıskacıyla bunaltmayalım. ‘Olduğumuz gibi görünelim, göründüğümüz gibi olalım’ sözünü, ‘içimizde ne varsa olduğu gibi dürüstçe çıkartalım’ ahmaklığına çevirmeyelim. Önce içimizde olgunlaşalım, ondan sonra olmuş bellediğimiz kendimizden seçkiyle görünelim. Dışımızdaki algıdan yansıyan görüntümüzün ne denli olduğumuzdan olduğunu da mutlaka dürüstçe yanıtlayalım.

İnsanı güvenilir yapan şey; kendi dışına yansıtacağı şeyi, olduğu kendinden seçip görünür etme dürüstlüğüdür. Bunun içinse kendini ve haddini bilen bilinçte bir kendimiz olmak gerekir…  Muharrem Soyek


2 Mart 2022 Çarşamba

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem

 

Yürütme erkinin iktidar kadrosunu meclis içinden gene meclis onayıyla çıkartmak yürütme erkini seçme hakkını halkın elinden almakla anca olasıdır. Anayasal bir değişim ister. Ve bu değişimle parlamento güçlendirilmiş olmaz; sadece siyasi iktidarın başı bir Başbakan ve devleti temsilen de yetkisiz bir Cumhurbaşkanı atama görevi  verilmiş olur. Millet İttifakı siyasi muhalefetin 28 Şubat ortak açıklaması, güçlendirilmiş seçim vaatlerinden ileri daha demokratik bir sistem değişikliği getirmemiş... Hatta demokrasiyi geriletici bir sistem yapısı var. Yürütme erkini doğrudan halkın seçmesi engellenmiş. Aslında demokrasi adına ileri sürdükleri yerinde öneriler var amma onların hepsi de şimdiki Cumhurbaşkanlığı sistemine ulanabilir yasa değişiklikleri.

Şu andaki anayasal kazancımız, yürütme erkinin yasama erkinden ayrılmış, kendi sorumluluğuna çekilmiş olmasıdır. Yürütme erkinin doğrudan seçilmesi yerindedir. Var olan sistem içinde TBMM güçlendirilebilir. Köklü bir sistem değişikliği hem gereksiz hem umutsuz hem de demokrasiyi ileri götürecek bir öneri değil. Diyesim o ki şimdiki meclisin, yani yasama erkinin yürütme erki üzerindeki denetim unsurları güçlendirilse ve yargı erkinin de yargısal süreç bağlamında yürütmenin ve hatta yasama erkinin yönlendirme bağından koparılması, şahane bir demokratik sistem oluşturabilir. Demokrasideki güçler ayrılığını hem özerk hem iş birliği içinde tutabilmeliyiz. Geri dönüş gayreti kanımca umutsuz bir maceradır.

Başkanlık sistemini, hükümet kuracak erki doğrudan halkın seçmesi olarak görüyorum. Şimdi kalkıp da hükümetin yasama erki meclis içinden ve gene meclis tarafından seçilmesini istemek, ileri demokrasinin güçler ayrılığı ilkesini üçten ikiye düşürmek, ya da en azından yürütme erkini zayıflatmak olmaz mı? Ayrıca bu neyi değiştirir ki? Hükümet ya mecliste çoğunluğu olan parti tarafından kurulacak ya da çoğunluk olmadığında partilerin iktidar koalisyonu ile kurulacak; tabi o da pazarlıkta anlaşılabilirse. Her iki durumda hükümet herhangi bir partinin başkanı emrinde olmayacak mı? Peki, partili yürütme başı bağlamında şimdiki durumdan farkı ne ola ki? Meclisin seçeceği bir Cumhurbaşkanı ve gene meclis içinden vekillerle bir başbakan emrinde kurulacak yürütme kurulu... Bunun neresi demokrasiyi ileri götürür ki? Eskiden de böyleydi zaten ve bizim demokrasi pek de ileri değildi. TBMM iktidardan pay kapma arenası yapılırsa, doğrudan seçmene hesap verecek bir yürütme erki bağımsızlığı olmayacağı gibi, yasama erki de kendini gene kendi iktidar hırsına bağlayarak bağımsızlığını kendiliğinden yitirecektir.

Bence, yapılması gereken şey gene Cumhurbaşkanlığı sistemi içinde kalarak yasama erki olan meclisin denetim ve sorgu gücünü artırmak ve hemen yanında yargı erkini de yürütme ve hatta yasama erkine karşı güçlendirmek olmalıdır. Örneğin: Yargı erkinden kurumsal görüş ve öneri almadan Meclis yasa çıkaramaz yapılmalıdır. Örneğin: Yürütme erki, yargı erkinin yargılama kurumlarına atama yapamaz olmalıdır. Ancak böylece demokrasiyi güçlendirmiş oluruz. Sözde Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem adına, demokrasinin güç kollarından birini zayıflatmak ya da aradan çıkartıp bir diğerine bağlamakla anca ilkel demokrasiye döneriz. Demokrasi hepten ne güçler birliği ne güçler ayrılığı ilkesine bağlanarak güçlendirilir. Demokrasi anca toplumun yönetici güçlerinin özerk işlerliğinde iş birliği hukukuna bağlı tutulmasıyla güçlenir. 

Muharrem Soyek