“Bugün O’na yaraşır ne oldum? ” sorusunu kendimize sormalıyız; Atatürk’ün insanlığı yükselten öğretisini düne, yarına ve tüm günlere yaymalıyız. Anıtkabir bir Atatürk’ü öğrenme merkezi olmalıdır. O’na ait her şeye; onunla ilgili arşiv bilgilerine ve tüm güncel yazılı ve görsel yayınlara erişimi sağlayan halka açık bir müze olmalıdır. Atatürk her şeyiyle Anıtkabir’de milletine başöğretmen olarak hizmet etmeye devam etmelidir.
Irkçı böbürlenmeyle, “Ne mutlu Türk olana!” demeyelim. T. C. yurttaşlık gururuyla, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” diyerek Atatürk’ü sonsuz çakımlı bir fener gibi insanlık övüncü tutalım.
Atatürk’ün kendi el yazısıyla yazdığı Nutuk’un taslak metinlerinde üzeri çizili bir cümle okudum. Bu bana çok dokunaklı geldi. Atatürk yazmıştır ki:
“Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve medeni kabiliyeti, bundan sonraki gelişmesi ile, geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.”
İşte, bu bölümün altına geçtiği bir cümlenin üstünü çizmiştir: "Bu söylediklerim hakikat olduğu gün senden ve bütün medeni beşeriyetten dileğim şudur: Beni hatırlayınız..."
Belki de bir veda nutku sanılmasından çekindiği için, belki de bambaşka bir özel duyguyla bu cümleyi karaladı. Belki de hayal ettiği gelecekte hatırlanmayı hüzünlü buldu. Ne olduysa olmuş, ben bunu Atatürk’ün en duygusal vasiyeti olarak hissettim.
Seni hatırlamakla kalmayacağım; senin aydın hedeflerine gittikçe daha sağlamlaşan “Atatürk” bilinçlerimle yürüyeceğim. Seninle gurur duymayı hak etmek için sana yaraşır olmayı öğreneceğim. Türkiye ve evrensel insanlığın hizmetinde çağdaş medeniyete katkı sunabileceğim düzeyde seni öğrenip anlamayı kendime görev edineceğim. Dinin, inancın ve özel yaşamındaki örneklemeler beni ilgilendirmiyor. Ben senin düşüncelerini ve düşündürmek istediklerini anlamak istiyorum.
Ata'yı konuşmak, anlamak ve hatta eleştirmek aslında Ata'nın bizden beklediği bir davranıştır. Her şey kendi zamanı içinde kavranıp anlaşılabilmeli ve sonra da bizim kendi zamanımız için yorumlanıp eleştirilebilmeli.
Hiçbir Amerikalı, George Washington köle sahibiydi diye, onun ulusal kahramanları oluşundan utanmaz; ancak, George Washington köle sahibiydi diye köleliği savunmaya da kalkışmaz.
Ata'm diyeceğini demiş aslında; bize onu anlamak kalmış: "Ben manevi miras olarak hiçbir nass-ı katı, hiçbir dogma hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım, ilim ve akıldır." * "nass-ı katı": (kesin hüküm, inak, emir, dogma, kutsanmış değişmezlik)
Atatürk haddini bilen bir dehadır. Çünkü, "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir!" demiş. Sanırım bu yüzden zaman üstü bir önderlik vasfıyla hâlâ etkin olmaktadır. (*mürşit; yol gösterici)
*
27 Kasım 1978 tarihli UNESCO'nun (Birleşmiş Milletler, Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü) Genel Kurul kararına uygun olarak Mustafa Kemal Atatürk'ün doğumunun 100. yılı bütün dünyada "Atatürk Yılı" olarak kutlandı. O güne kadar dünyada başka hiçbir lider için gerçekleştirilmeyen böyle bir program Mustafa Kemal Atatürk için yapıldı. 1981'den beri de bir başka lider için henüz yapılmadı.
"Atatürk kimdir?" sorusuna UNESCO’nun 152 ülkesinin oybirliği ile verilen yanıt şöyledir:
"Atatürk is: An outstanding person who devoted himself for the development of international understanding cooperation and peace a revolutionist who realized extraordinary reforms the first Leader who fought against imperialism and colonialism. A unique Statesman respectful to human rights pioneer of worldwide peace who never discriminated people according to their color religion or race through out his life founder of Turkish Republic"
“Atatürk, uluslararası anlayış, işbirliği, barış yolunda üstün çaba göstermiş; ülkesinde olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş; sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder; insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayrımı gözetmeyen insanlık örneği devlet adamı; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu.”
Cumhuriyet'in 15. kutlama şenliklerine katılamadı. Dolmabahçe'ye denizden yanaşan gençler İstiklâl ve 10. Yıl Marşlarını söylerken yanındakilerin huzurunda ilk kez gözyaşı döktü. Gençlere el sallarken, güvenli ellere emanet ettiği Cumhuriyet'e sanki veda ediyordu . Derler ki, geri dönülmez komaya girerken "Aleykümselam" olmuş son sözü; belki de cennet O'nu selamlayarak karşılamıştı, kim bilir!
1938 yılı 10 Kasım günü sabah saat dokuzu sadece beş geçebilmiş. Ölümün en muhteşem konuğu Mustafa Kemal Atatürk Tanrı’nın ölümsüzlük rahmetiyle cenneti onurlandırmıştır. Bu, Allah’ın adaletine güvenen benim iman sözümdür. Emperyalizmin sömürgeci politikalarına karşı özgür bir insan uygarlığı hayaliyle ön saflarda savaşarak Türkiye Cumhuriyeti'nin önder kurucusu olmuş bu aziz insana açılmayan bir cennet ne ıssız bir eziyettir... Atatürk’e minnetle saygı duymayan Türkiyeli Müslüman'ın Allah sevgisine asla güvenemem.
10 Kasım milletin ağladığı gündü. Belki de bir kısım Türkiyeli ve epeyce bir Dünyalı hâlâ seviniyor olabilir de hani. Hiç önemli değil; çünkü özgür bir ruhun kanadında bitimsiz maviye yükselen tarihin mührüdür 10 Kasım… Irkdaş değil, yurttaş olarak; Atatürk'ün özgürlük ruhunu şad eden her TC vatandaşını gururlandıran bilinç günüdür 10 Kasım…
Atatürk gerçeği, kişisel hiçbir kimlik özelliğiyle karartılamayacak kadar aydınlık bir değerdir. Yani Atatürk, Safiye Hanım’ın değil de Hamiyet Hanım’ın şarkılarını daha çok beğenseydi; çocukluğunda karga kovalamamış, piyano çalmış olsaydı; yahut fasulye ve pilavı değil de pırasa ve baklavayı daha çok sevseydi; şapka giyip rakı içmeseydi de, gülyağı sürüp hacı olsaydı bile, biz Atatürk’ü gene de minnet ve sevgiyle anmaktan gurur duyardık. O’nu Mustafa Kemal ATATÜRK duyumuyla evrensel uygarlık kıvancına yüceltmeye karşın; gerçekte çoktan toprak olmuş etten ve kemikten bir Mustafa Kemal oluşunun hatırlatılması da bu gururlu minnet duyumunu yok edemez. Aksine, “sadece Mustafa’yı” da tanımış olmak bize öğretir ki, herkes bir Mustafa olabilir. Ancak, kim becerebilir bir Atatürk olmayı? Atatürk öğrenilebilir; fakat Atatürk olunabilir mi? İşte çocuklarımıza bu yüzden Yüce Atatürk ile birlikte insan olmanın sıradan hâlleri Mustafa'yı da göstermeliyiz. Çocuklarımız, Atatürk'ün insanüstü bir mucize olmadığını bilerek büyümeli. Bilmeli ki Atatürk olamasa da her çocuk bir Mustafa Kemal olma adayıdır. Çocuk bu adaylığa talip olmaktan korkmasın ki, Mustafa'yı Atatürk yapan yaşamsal ve düşünsel ilkeleri zamanın bilgisiyle güncelleyip kendine hayat yolu yapmayı mutluluk nedeni sayabilsin.
Bugün Ata’yı anarken asıl yapılması gereken: Mavi gözlü, şimşek bakışlı, altın saçlı gibi biçimlik iltifatlarla O'nun ölümlü bedenini yüceltmekten daha ileri olanı göstermektir. Barışçıl ve özgür yaşamın, toplumsal ilerleme ilkelerinin, insani amaçların başvuru kaynağı olarak Atatürk’ü geleceğe armağan eden eserlerin kolay ulaşılabilir sunumlarla sergilenmesidir. Bizi TC kurucusu, özgürlük savaşçısı, aklın yolunda bilgiyle yürüyen insan olan Atatürk gerçekliğine götürecek anma törenleri yapmalıyız. Atatürk yolu asla dogmatik bir ideoloji değildir. Atatürk'ün devrimsel tasarımlarını insana hizmeti amaçlayan en ileri uygarlık unsurlarıyla güncelleyebilen her zihniyet O'nun ruhunu şad eder.
Biz her On Kasım ve 19 Mayıs’larda Atatürk anıtlarına O’nun yüceliğiyle böbürlenişlerimizi sunan törenler düzenleyerek O’na biraz daha yaklaşmadık; O’nu daha derinden anlamış olmadık. Esas olan bizim görkemli törenlerde Atatürk ile böbürlenmemiz değildir; esas olan Atatürk bizimle böbürlenir miydi, onu bilebilmektir. 10 Kasım’da hepimize düşen görev geriye dönüp bir bakmak ve dürüst ve içten olarak çağdaş medeniyet yolunda nerede bulunduğumuzu görebilmektir. Her yıl 10 Kasım geldiğinde, başı çeken ülkelere en az bir adım daha yaklaşmış isek sorun yoktur. Atatürk’ü gururla anabiliriz. Ne diyor Atatürk? "Türk; güven, çalış, övün!"... Ve elbette çağdaş uygarlığın insanı para gücüne kul eden kusurlarını da def ederek ilerlemişsek anca kendimizle övünmeyi hak ederiz.
Muharrem Soyek (09 Kasım 2008)